Ekonomide yaşanan ağır tablo, krizden çıkış yolları arayışını da doğal olarak beraberinde getirdi. Söylemin eyleme dönüşmesi beslendiği kaynak ile doğru orantılıdır. Krizin ilk dalgasında “Ekonomik Kurtuluş Savaşı” söylemi yerini “Yeni Ekonomi Modeli” ya da “Çin Modeli” kavramlarına bıraktı. Öyle karmaşık bir tablo var ki adını koymakta bile zorlanıyoruz.

 Salt yabancı yatırımcıyı ülkemize getirmek üzere kurgulanan bir yaklaşım, ekonomik model olarak nitelendirilemez. Elbette yatırımcı gelmeli bunun yanı sıra da kendi imkânlarımızı harekete geçirebilirsek sürdürülebilir bir modelden söz edebiliriz.  Temel olarak ne yapılmaya çalışıldığı tam olarak anlaşılmış olmamakla birlikte, tarım sektörü açısından konuyu detaylandırdığımızda; dövize endeksli mazot, gübre, zirai ilaç, yem, makine/ekipman gibi girdi maliyetleri artmaya devam ederken, üretim yapma olasılığı her geçen gün azalıyor.

İşsizliğin arttı bir ortamda çiftçi de hızla işsizler ordusuna katılıyor. Tarım diğer sektörlerin aksine, bırakıldığı zaman geri dönüşü en zor alanların başında gelir. Bu süreçte bilhassa tarıma sıradan bir sektör olarak bakmak, bu koşulları adeta görmezden gelerek “çiftçilerimiz mutlu” gibi söylemeler ile yaklaşmak kabul edilebilir değil. Televizyon ekranlarında “her konunun uzmanı” yorumcuların görmediği, anlamadığı, sesini duymadığı çiftçi adına söz söylemesi, sadece gıda fiyatlarına bakarak sektöre dair yorum yapması da fikir kirliliğinden başka bir şey değil. 

Bir haftada gübreye ve mazota iki kere zam gelirken, bir önceki yılın destekleme rakamları ile tarımsal üretimi sürdürebilmek mümkün değil. Yem fiyatlarındaki artış ile süt fiyatları kıyaslandığında hayvancılık yapan insanımızın süt ineklerini kesime vermesi kaçınılmaz. Son dönemlerde ithalat eksenli tarım politikası, dünyadaki tarımsal gelişmeler dikkate alındığında sürdürülebilir değil ve ülkemiz gıda güvencesi alarm veriyor! Tarım ürünleri ihracatını arttırma hedefimiz bir yana, ülkemizin gıda ihtiyacını karşılayamayacağız!

Biraz geriye gidip Kurtuluş Savaşı sonrası izlenen tarım politikasını gözden geçirelim. Savaş sonrası, gerçek manada imkânsızlığın iliklerimize kadar işlediği bir ortamda neler yapıldı?  Makine/ekipman bir yana, insan kaynağının bile sınırlı olduğu şartlarda, şeker fabrikası kurup şeker pancarı üreten, domatesi salça fabrikası ile buluşturan, sebzeyi konserve fabrikası ile pamuk üretimini iplik/kumaş fabrikası ile bir araya getiren, modern anlamda bir AR-GE Merkezi gibi çalışan Atatürk Orman Çiftliğini kuran anlayışı anlamak ve modellemeyi böyle bir bakış açısına göre konumlandırmak gerek.

Ekonomik Kurtuluş Savaşı terminolojisini eksene koyarak meseleye bakarsak,  tarımsal üretim krizden çıkış için bir anahtar olabilir. Tarım ve tarımsal sanayi ürünleri ihracatını arttırarak döviz girdisi sağlayabiliriz. Tarımsal sanayinin desteklenmesi, tarım ürünlerindeki destek modelinin günün koşullarına göre güncellenmesi, üretim desteklerinin döviz kuruna göre arttırılması ivedilikle ele alınmalıdır.

Mevcut koşullar dikkate alındığında hem stratejik açıdan hem de sosyolojik açıdan çiftçinin toprağında kalıp, üretime devam etmesi için somut, sürdürülebilir politikaların uygulanması gerekiyor. Hemen birkaç çözüm önerisini söyleyelim;

*Tarımın geleceğinden söz edebilmek için aile işletmelerinin yaşatılması,  kooperatifçiliğin özendirilmesi,

*Sosyal güvenceden yoksun kadın çiftçilerin bakanlığın öncülüğünde, özel sektöründe dahil edileceği bir modelle ki daha önce detaylarını birçok platformda dile getirdiğimiz sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınmalı,

* Sektörün beyaz yakalıları başta olmak üzere genç girişimcilere, ulaşılabilir sermaye ve arazi desteği verilmeli,

*Kooperatiflere ve üreticiye dijital başta olmak üzere pazarlama imkanları için yol gösterici politikalara bakanlık başta olmak üzere ilgili kuruluşlar öncülük etmeli,

*Mevcut ürün gamında verimliliği arttırmak ve ticari değeri yüksek ürünler üretmek için Tarım Danışmanlığını aktif hale getirmek,

*Köylerin sosyal koşullarını iyileştirmek; okul, sağlık ocağı, internet gibi yatırımlar ile bilhassa gençler için köyü yaşanabilir ve cazip hale getirmek,

Sadece sıralamış olduğumuz bu adımları atmak bile tarımsal üretimin geleceğini teminat altına almakla birlikte ekonomiye de kısa sürede büyük katkı sağlayacaktır. Tarım ürünleri ithalatına ayırdığımız kaynağın yarısını sektörün geleceği için yatırıma dönüştürmek bizi bu karanlık tünelden hızla çıkartacaktır.

Kriz anında önce kaynaklarımıza bakmak, kendimize güvenmek durumundayız, başta insan kaynağımız olmak üzere bütün imkânlarımızı seferber ederek refaha ulaşabiliriz. Ekonomik Kurtuluş Savaşı yaklaşımını bu bakış açısı ile hayata geçirirsek başarı ile çıkacağımızdan eminim.

Tarım geçmişten günümüze önemi artan stratejik bir sektör. Türkiye’de tarım, gıda ihtiyacının karşılanmasının ötesinde işsizliği azaltmak, alt gelir grubunun geçimine destek vermek, doğal kaynakları korumak gibi önemli işlevleri yerine getirir.

Kavramlar gerçek bir kaynaktan besleniyorsa önemserim, son yıllarda dilimizden düşmeyen; yerlilik, millilik, beka, kurtuluş gibi kelimelerin söylemden ibaret olmadığını göstermenin tam zamanı. Aksi halde dilimize pelesenk olsa bile kökünden bağından kopan, sıradanlaşan söylemlere dönüşüyor.

Krizin en ağır sonuçlarını çiftçi yaşıyor, her şeyin üstesinden geliriz lakin çiftçi çocuğunun ideallerinde, köydeki bir genç kızın hayallerinde olmayan hiçbir meslek, hiçbir sektör yaşayamaz! Çözümü dışarıda aramak dağınık eve misafir kabul etmek gibidir, ne memnun edebilirsiniz ne de memnun olursunuz. Başta ekonomi olmak üzere sorunlarımızın çözümü ve geleceğimiz için,  ayağınız toprağa bassın.

Assiye Yıldırım

Tarım Yazarı