Milletimizin tarihi, Orta Asya’dan Avrupa ortalarına kadar uzanan bin yılı aşkın mücadelelerle doludur. Bu mücadele siyasi; önceleri “kızıl elma” olarak adlandırılan; Cihan hakimiyeti ülküsü ve İslam’ın kabulü ile birlikte kızıl elma ülküsü ile birleştirilip sinerji oluşturulan İslam’ı yayma “cihat” olarak adlandırılan dini motivasyon unsurları önemli yer tutmuştur. Ayrıca, göçebe toplumdan Cihan hâkimiyetine giden yolda hem gıda hem de ticaret olarak en önemli geçim kaynağı ve lojistik değeri olan küçükbaş hayvancılığa uygun verimli meralar, otlaklar, arazilere olan ihtiyaçları içeren ekonomik gerekçeleri de göz ardı etmemek lazımdır. Milletimizin siyasi,  sosyal ve ekonomik hayatında küçükbaş dediğimiz koyun keçi yetiştiriciliğinin çok önemli yeri ve etkisi olagelmiştir.

Bu yazımızda, Ankara keçisinin biraz da sonu hüzünlü olan hikâyesini bilenler için bir hatırlatma, bilmeyenler için de bir ibretlik vaka olarak anlatmak istedim.

1220 yıllarında, Moğol ordularının Kayı boyunu, Süleyman Şah'ı ve halkını Türkmen topraklarından sürüp çıkarmasının ardından, Anadolu'ya gelerek yerleşen Türkmenler beraberlerinde tiftik keçisini de getirmişlerdi. 70 yıl sonra Osmanlı Devleti'ni kuracak olan Osman Bey, tiftik keçisini Anadolu'ya getiren Süleyman Şah'ın torunuydu. Süleyman Şah 1229'da ölünce, oğulları Kayseri'den Ankara'ya kadar uzanan bölgede tiftik keçisi sürüleriyle yayılıp yerleştiler ve bu bölgeyi yurt edindiler. O günden başlayarak Ankara ve çevresinde halk tiftikten ipek gibi kumaşlar dokudu. Türklerin dokuduğu tiftik kumaşın ünü Ankara'dan tüm dünyaya yayıldı ve tiftik keçisi dünyada Ankara Keçisinin (Angora Goat) adıyla anılmaya başladı.

İngiltere 1583'te Türk dokumacılığının sırlarını çalmakla görevlendirdiği ajanlar gönderiyordu. Bu ilginç olay Sadri Ertem'in Çıkrıklar Durunca adlı kitabında detaylı bir şekilde ve belgeyle anlatılmaktadır.

Bu belgede: "26 Şubat 1583 tarihinde Sir William Harborne tekrar İstanbul'a geldi. Bu kez kraliçenin korumasında bir ticaret kuruluşunun bir temsilcisi olarak değil, tam yetkili bir İngiliz Elçisi olarak gelmişti. Kraliçe Elisabeth, politik faaliyetlerinin yansıra elçi'nin Türkiye'de bazı ticari ve teknik olguları öğrenmesini ve İngiltere'ye getirmesini istiyordu. Bu konular ve işlevler şunlardı...” diye başlıyor ve Kraliçe'nin bu İngiliz Elçisi'ni Osmanlı topraklarına bir kumaş, iplik, boyama ve dokuma sanayii casusu olarak gönderdiğini gösteren buyruklarını sıralıyordu. 14 madde halinde sıralanan bu buyruklardan 4'ü şunlardı: 1-Türkiye'de kumaşları maviye boyamada kullanılan çivit otunun tohumu (anile) ve fidanı İngiltere'ye getirilecek. 2- Türkiye'de kumaş boyamakta kullanılan bütün otlar, yaprakları, tohumları veya kabukları yahut odunu boyacılıkta kullanılan bütün ağaçların tohumu veya fidanı, bu işte kullanılan bütün bitkiler ve çalılar İngiltere'ye getirilecek. 3- Boyacılıkta kullanılan maddelerden başka, boyama sanatı da öğrenilecek. 4- Cezayir ve Tunus için yapılan şapkalarımız için pazar aranacak. Çünkü  bu İngiliz halkına büyük kazanç sağlayabilir. Hamit Dereli'nin 1951 yılında yayımlanan "Kraliçe Elizabeth Devrinde Türkler ve İngilizler" adlı kitabında ise şöyle yazıyordu : "Buna benzer diğer birçok belgelerden anlıyoruz ki, o dönemde Türkiye'de dokumacılık ve boyacılık sanatları pek ilerlemişti. On altıncı yüzyılda İngilizlerin bütün çabası kumaşlarını ve boyalarını ıslah etmek, satışlarını artırmak, kendi sanayi ürünleri için geniş pazarlar bulmak üzerine yoğunlaştırılmıştı.

Kraliçe Elizabeth'in 1583'te elçiye verdiği 'Türklere kenarsız kırmızı bir tür İskoç şapkası (Fes) giydirme buyruğunu İngilizler 250 yıl boyunca unutmamışlar ve sonunda 1832'de, II. Mahmut döneminde Türklere bunu giydirmeyi başarmışlardı. Kraliçe'nin Osmanlı'ya gönderdiği elçiye verdiği görevler arasında, Türk dokumacılık bilgi ve teknolojisinin çalınmasından başka, iki Türk kumaş boyama ustasının ne pahasına olursa olsun İngiltere'ye getirilmesi de vardı.

Osmanlı dokumacılığının sonunu hazırlayan gelişmeler;

1837'de, 18 yaşındaki Victoria, İngiltere Kraliçesi olarak tahta çıkarken, Osmanlı iç ayaklanmalar ve Mehmet Ali Paşa isyanıyla uğraşmaktaydı. Kraliçe Victoria, Fransızlarla işbirliği yapıp İngiliz mallarının Mısır ve Suriye'de satılmasını yasaklayan Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'ya karşı, Osmanlı Padişahı II. Mahmut'la 1838 Balta Limanı Antlaşması imzalayarak, Osmanlı tahtının Mehmet Ali Paşa'nın eline geçmesini önlemek karşılığında, İngiliz mallarına uygulanan gümrüğü kaldırtmış ve böylece bir yandan Osmanlı pazarını ucuz İngiliz fabrika kumaşlarıyla doldurarak Türk yerli dokuma sanayisini yok etmeye yönelirken, bir yandan da ham tiftik ve damızlık tiftik keçisinin yabancılara satışını önleyen yasakları delmişti. 1838 Balta Limanı Antlaşması'ndan sonra, İngiliz Albay Handerson Ankara'dan seçtiği damızlık tiftik keçilerini Güney Afrika'da özel olarak kurulan İngiliz çiftliklerine götürmüş, çoğaltmış ve böylelikle 1856'ya gelindiğinde İngiltere, Osmanlı'nın 1838'e dek kıskançlıkla koruduğu tiftik kumaşı tekeline son vermişti. "Gavura damızlık vermek uğursuzluktur" diyen Türkmenler vermemek için direnirler. İngiliz misyoner elindeki padişah fermanına güvenerek,  Osmanlı zabitleriyle birlikte damızlıkları zorla almaya kalkar.

Bunun üzerine Türkmenler silaha sarılırlar. Haber duyulur ve silahlanan Türkmenlerin sayısı on binlere varır. İngiliz'e damızlık vermeyen Türkmenlerin üzerine asker gönderir. Üç yıl süren direniş bastırılır ve İngiliz'e istediği damızlık Ankara keçileri verilir. İngiliz, isyancıların dinmeyen öfkesinden korunmak için tiftik keçilerini siyaha boyayarak kaçırır ve limana ulaşıp Güney Afrika'ya doğru yola çıkar. Böylece, 1220'lerde Süleyman Şah'ın Türkistan'dan Anadolu'ya getirdiği tiftik keçileriyle, Osmanlı-Türk Tiftik Kumaş tekeli üzerinden geliri yükselen Osmanlı İmparatorluğu, 1838'de bu tekeli İngilizlere kaptırıp elinden kaçırmakla bu sahada kendi sonunu da belirlemiş oluyor ve Ankara Keçisi ‘ne İngiliz damgası vuruluyordu (British Angora). Osmanlı tarihi sadece savaşlar, meydan muharebeleri tarihi değildir. Bu nedenle Atatürk, Cumhuriyet döneminde kendi kurduğu Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'nce yazılan ve 1931-1941 arası okullarda okutulan tarih kitabında, Osmanlı'nın Batı'ya askeri olarak üstün olduğu yüzyıllar boyunca, aynı zamanda ekonomik ve bilimsel olarak da üstün olduğu gerçeğini özellikle vurgulamış, çöküşün askeri alandan önce ekonomik, bilimsel ve teknolojik alanlarda başladığı açık ve kesin biçimde ortaya konulmuştur. İşte Ankara tiftik keçisinin öyküsü de ekonomik alanda çöküşün başlamasının simgeleyen hazin örneklerden sadece biridir.

Zorla alıp götürdükleri tiftik keçisiyle ilgili bugün neler yaptıklarını merak edenler, bu konudaki kuruluşlardan biri olan Biritish Mohair Marketing'in resmi internet sitesini ziyaret edebilirler: (https://www.angoragoats-mohair.org.uk/)

Küçükbaş hayvancılık milletimiz için geçmişte çok önemli olduğu gibi bu gün de önemini sürdürmektedir. Artan nüfusumuzun ihtiyacını karşılama da süt/süt ürünleri, kırmızı et hatta yün tiftik vb doğal ürünlere artan/ artacak talebin, tekrar genişletme imkânımızın olmadığı meralarımız, otlaklarımız, arazi varlığımız ve hayvan sayımızla karşılamak durumunda oluşumuz, küçükbaş hayvancılığı daha da önemli hale getirmekte, daha titiz planlama ve uygulamalar yapma zorunluluğunu ortaya çıkmaktadır. Ülke olarak küçükbaş hayvan varlığında Avrupa’da birinci, dünyada ise 10. sıradayız. Küçükbaşta yerli ırklarımız ile genetik çeşitlilik bakımından da en zengin ülkelerden biriyiz. Uzun süre sorumluluğunu yürüttüğüm ve Ankara keçisi de dâhil olmak üzere tüm koyun keçi ve Anadolu mandası ırklarımızın yetiştiriciliğine yeni bir heyecan ve soluk getiren projeler de gösterilmiştir ki; ıslah programı uygulandığında, yetiştirme ve bakım/besleme koşulları bakımından geleneksel bilgi birikimi ile bilimi buluşturduğumuzda yerli ırklarımız, her türlü performans bakımından dünyanın  “meşhur” ırklarının çoğu ile yarışabilecek durumdadır.  

Doğru planlamalar ve uygulamalar ile hem kırmızı et, hem de yüzlerce çeşidi olan peynir üretimimizi arttırma ve dünya çapında markalaştırmada çok önemli bir potansiyele sahip olan küçükbaş hayvan varlığımızın “kıymetini” daha iyi anlamamız gerekir.

Dr. Ali Ayar

Tarım ve Orman Uzmanı