Tablolar, rakamlar, grafikler, istatistiklerle anlatmak bazıları için sıkıcı bulunabiliyor. Bu defada, konuyu bunlara boğmadan, sıkmadan sosyal hayatımızda koyun ve keçinin taşıdığı rol ağırlıklı olmak üzere hayvancılık konusunda sohbet edelim.

Türk milletinin tarihi sürecinde iki hayvanın çok önemli bir yeri vardır. Birincisi devletlerin kurulmasında, medeniyetlerin oluşmasında, dünyanın bir ucundan diğer ucuna hakim olmasında can yoldaşı olan attır. Diğeri ise uygun otlaklar bulmak için göç yaptığı, beslenmesinin ve gelir kaynağının (giyim eşyası, halı, kilim, dokuma vb) temel unsur olan küçükbaş (koyun/keçi)dir.

“At, Türkün kanadıdır” sözünde de belirtildiği gibi Türk’ün kader arkadaşı, yoldaşı olmuş adeta ailenin bir ferdi gibi değer bulmuş, değer görmüş bir hayvandır. Bu nedenle at konusu başlı başına anlatılması gereken bir konudur.

Bu yazımızda özet olarak küçükbaş olarak tanımlanan koyun ve keçi ağırlıklı olarak genel olarak da hayvancılıktan biraz bahsedelim.

Çinlilere komşu olduğumuz tarihlerde, yapılan savaşlarda, mücadelelerde milli kimliği koruma, kalabalık nüfusu içerisinde eriyip gitmeme mücadelesi gibi siyasi sebeplerle birlikte bunlar kadar önemi olana diğer bir konu da, geçim kaynağının temeli olan hayvancılık için verimli meralar ve otlakların elde tutulması isteği Çin ile mücadelenin ekonomik açıdan en önemli nedeni olmuştur. Göçebe hayatta göç kararının ve yurt tutulan yerlerin seçilmesinin en temel gerekçesi verimli otlaklara sahip olma isteği en önemli yeri tutar.

O dönemlerde koyun yetiştirme faaliyetleri o kadar yoğun bir uğraşımız haline gelmişti ki; Çinliler Koç'lara "HUN GEYİĞİ" adını vermişler. Çin kaynaklarında milattan önceki zamana tarihlenen koç başı şeklinde ve Hun geyiği adı verilen bronz figürler bulunmaktadır. Hunlar Koyun besleyen bir toplumdu. Hatta Khun-Kun, koñ kelimesinin Koyun manasına geldiği bildirilmektedir.

Resim; HUN GEYİĞİ

Xiongnu (Hun) Bronz Figürü. M.Ö. 400-200

Koçun, hem geçmişte hem de bugün Türk boy ve topluluklarında erkekliği, üretkenliği, bolluğu, bereketi; yiğitliği, yürekliliği, savaşçılığı, kahramanlığı, cesareti ve asaleti temsil ettiğini, bundan dolayı koç tasvirleriyle, damgalarıyla ve heykelleriyle M.Ö. dönemlerden bugüne kadar Türk boy ve topluluklarının yaşadıkları her bölgede karşılaşmanın mümkündür. Yapılan araştırmalarda; Bu özelliklerinden dolayı Eski Türk kağanlarının türbelerinde koyun, koç ve kuzu heykelleri yer almaktadır. Ayrıca, askerlerinin dizlerinde, göğüslerindeki zırh parçalarında ve ellerindeki kalkanlarında koç damgası bulunduğunu ve Manas’ın türbesinin olduğu yerdeki saha araştırması sırasında aynı anlayışı tespit ettiğini, yani Manas’ın kalkanında, yayında, kuşandığı zırhında hep koçbaşı damgalarının bulunduğunu belirtmektedir.

Günümüzde de halen Koç bir övgü, cesaret, yiğitlik, kahramanlık simgesi olarak kullanılmaktadır. Herhalde “Koçum” kelimesini çocuklarımız dahil, sevdiğimiz kişilere takdir ve motivasyon amaçlı kullanmayanımız yoktur. “Kuzum” kelimesi ise, özellikle annelerimizin çocuklarına gösterdiği merhametin, sevginin sıcaklığını ifade etme yolu olarak kullanıla gelmekte olup, yerini başka bir kelime alacak gibi de görünmüyor..

Türkçemizde “ KÖY” kelimesi de “Koy” yani Koyun kelimesinden geldiği söylenir ki, biz aslında “Köylü” derken Kuunlu, koñlu “Koyunlu” yani koyun sahibi insanları kastederiz, farkında olmadan..

Küçükbaş hayvanlar yani koyun ve keçi, Türk boylarının ve yerleşim yerlerinin isimlendirilmesi de önemli bir yer tutar. Ülkemizde koyun varlığımızın önemli bir orandaki miktarını oluşturan koyun ırkının KARAMAN olduğu ve Akkoyunlular, Karakoyunlular, Akkeçililer, Karakeçililer, Sarıkeçililer, Honamlı, Şavak vb onlarca sayılabilecek isimlerde; ya küçükbaşın ırkını yetiştirenler olarak o boyun adlandırıldığı ya da boyun adı ile özdeşleşen koyun keçi ırkları olduğu görülmektedir. Hatta bilindiği gibi, bu isimlerden beylik olanlar, hatta devlet adı olanlar bulunmaktadır.

Yapılan araştırmalar, koyunun evcilleştirilmesinin 8.000 yıl ile 10.000 yıl önce bereketli Hilal adı verilen Fırat ve Dicle nehirleri arasını tanımlayan bölgede, Afrika’da ve Orta Asya’da Tanrı Dağları boyunca yayılan bölgede olduğunu ortaya koyuyor. Koyun keçinin göçebe kültürüne en uygun hayvanlar olması nedeniyle sığır yetiştiriciliği faaliyetleri daha sonraları hayatımıza girmiştir.

Sığır kelimesi de halis Türkçe olup aslında “sağımlık” manası taşır. Divan-ı Lugat’it Türk’te “sıgır” olarak geçmektedir.

Tarihi süreçte Türk milletinin, temel yiyeceği taze et ve Sucuk, pastırma gibi konserve et ürünleri ile yoğurt, peynir gibi süt ürünleri olmuştur. Hunlar döneminde üretilen bu ürünlerin ve canlı küçükbaş hayvan ile atların Çin’le ticaretin temeli oluşturduğu Çin’in tarihi kayıtlarında bildirilmektedir. Giyim olarak küçükbaş derisi başta olmak üzere hayvan derisinden giysi yapılması, yün ve keçi kılı da dokuma da en önemli ekonomik faaliyetler olmuştur. At varlığı, siyasi güç ve kudretin, koyun keçi varlığı ise ekonomik gücün sembolü olmuştur. Osmanlının gerileme dönemine kadar yün ile tiftik ve diğer keçi ırklarının kılları halı, kilim, kumaş üretiminde kullanıldığı ve çok önemli bir ekonomik güç ve gelir kaynağı olduğu, kalite, işçilik, kök boyalarla boyama bakımından adeta tekel durumunda olunduğu bilinmektedir.

Ankara keçisinin İngiliz’ler tarafından çeşitli entrikalarla ülkemizden götürülerek Güney Afrika ve Amerika’da üretilmeye başlamasının trajik hikayesini sanırım çoğu kişi bilmektedir. Başka bir yazıda da bu konuyu bilmeyen duymamış kişiler için anlatmak faydalı olur sanırım.

Günümüzde de Ülkemiz, belirlenmiş olabilen 25 i aşkın koyun ve 7 kadar keçi ırkı ile Avrupa ülkeleri arasında da küçükbaş hayvan varlığı ve genetik çeşitliliği bakımından birinci sıradadır.

Merinos koyununun kökeninin Batı Anadolu olduğu buradan doğrudan ya da kuzey Afrika üzerinden Avrupa ülkelerine yayıldığı en öne çıkan teoridir. İspanya, Fransa, Almanya da geliştirlen koyun ırklarının temeli bu hayvanlardır.

Ülkemizde kırmızı ette üretimi arttırabileceğimiz en önemli kaynak küçükbaştır. Ancak, hayvancılığın genelinde ve özellikle küçükbaşta meranın en temel ihtiyaç olduğunu uzun bir zamandır gözardı ettiğimiz, bir zamanlar yurt kurmak için uzun göçler yaptığımız mera alanlarının hızla azaldığı da bir gerçektir.

Öyle ki, üreticiler neredeyse hiç meraya çıkartmadan (entansif), tüm yem maddelerini dışardan alarak ya da koyun keçi için maliyeti, girdileri yüksek yem bitkileri üretimi yapılarak koyun keçi yetiştirilme gibi bir yola “zorlanmakta” dır.

Hayvansal ürün maliyetlerinin % 70 ini yem maliyetleri oluşturur. Ekonomik, sürdürülebilir bir hayvancılık için yemi çok cüzi maliyetle elde etmek gerekir. Bunun en ekonomik kaynağı ise, meralardır. Yem bitkileri üretiminde girdiler ve maliyetler göz önüne alındığında sığırlar için bazı bölgelerde tolere edilebilir olsa da koyun keçi de böyle bir yetiştiriciliğinin ekonomik açıdan sürdürülebilirliği yoktur.

Eskiden olduğu gibi yeni topraklar ve bu arada meralar için yeni yurtların fethi ve göç de bu günkü dünya gerçeğinde mümkün olamayacağına göre; meralarımızı yok edersek, yok olmasına göz yumar, uyarıları ciddiye almazsak bunun sonucu hayvancılığı özellikle küçükbaş yetiştiriciliğini fiilen bırakmak, sürdürememek sonucu ile karşılaşacağımızı anlamış olmamız gerekir. Meralar azalırken hayvan sayısını arttırma iddialarımız da havada kalan bir “hedef” olarak kalmaz mı..

Beslenmenin temel unsuru olan hayvansal kaynaklı protein kaynağını arttırmada en büyük potansiyelimiz olan koyun ve keçi yetiştiriciliğinde bazı noktaları tekraren hatırlamakta fayda var.

1- Mera alanlarının mera vasfını kaybetmiş, kalitesi düşmüş olsa bile hızla mera ıslahı yapılarak iyileştirilmesi, mera vasfını kaldırmada istisnaların kaldırılarak asla başka amaçla kullanımının önlenmesi, ormanlaştırma faaliyetlerinin meralar dışındaki arazilerde yapılması. MERALAR BOŞ, İŞE YARAMAZ, ATIL ARAZİLER DEĞİLDİR. Meralar, et ve süt üretiminde temel ve en ekonomik kaynaklardır. Unutulmaması yada hatırda tutulması gereken konu; “ Et meselesi, ot meselesidir.” Yani ot, mera, ucuz kaba yem sorunu çözülmezse et sorunu da süt sorunu da çözülemez !

2- Coğrafi bölgelerimize adapte olmuş olan ırkların (küçükbaşta yerli ırklarımızın potansiyeli ithal edilenlerle aynı şartlarda yarışabilecek düzeydedir). Hem büyükbaşta hem de küçükbaşta veri kayıtlarına göre, kaliteli damızlık üretme hedefine yönelik olarak ıslah faaliyetlerinin bilimsel metodlarla, ciddiyetle ve istikrarlı bir şekilde devam ettirilmesi ve kaliteli damızlıkların üretilmesinin ülkemiz şartlarında sağlanması,

3- Hayvancılıkta, özellikle küçükbaşta yeni işletme kurulmasından ziyade, mevcut işletmelerin fiziki yapılarının iyileştirilmesi, yetiştiricilerin hayat kalitesinin ve gelirlerinin yükseltilmesi ve hayvan sayılarının arttırılması sağlanmalıdır.

4- Küçükbaş yetiştiriciliği yapan aileler başta olmak üzere hayvansal üretim alanında devamını sağlamak için, ailenin kadınlarına sigortanın destek kapsamında ödenmesi. Unutmayalım ki, aileyi hayvancılıkta tutmanın en önemli yolu kadınlarımızın bu sektörde tutunmasını sağlamaktır.

5- Küçükbaş eti tüketimine karşı olumsuz kulislerin önlenmesi, ülkemizde 250 civarında lokal üretimi yapılan peynir çeşitlerinin geleneksel lezzetlerini koruyup, gelişen teknolojiden de yararlanarak üretim ve kalite standartları oluşturulması yoluyla markalaşmanın sağlanması, yurt içinde ve yurt dışında talebin arttırılarak üreticilerin ve ülkemizin gelirlerinin arttırılması sağlanmalıdır.

6- Kooperatif ve birlik yapılarının bağımsız denetime tabi olacak şekilde AB ülkelerindeki yapıya kavuşturulması, hayvansal ürünlerin pazarlanmasında bu örgütlerin pazar payını arttırmalarını sağlayacak tedbir ve teşvikler uygulamaya konulmalıdır. Hatta, üretim girdilerinin üretimi ve pazarlanmasında da kooperatif ve birliklerin rolünün ve payının arttırılması sağlanmalıdır.

Küçükbaş özelinde konuyu ele aldığımız için hayvancılığın diğer alanları ve zirai üretimden fazla bahsetmedik. Genel yaklaşım olarak şunu söylemek lazım galiba;

“Buğdayla koyun, gerisi oyun..”

İç Anadolu’da yaygın olan bu atasözümüz sadece “söz” de kalmamalı..

Burada buğdayın zirai üretimi, koyununda hayvansal üretimi temsil ettiği yönüyle atasözüne bakmak lazım. Çünkü, tekraren söyleyecek olursak; yeni topraklar fethedip bu arada yeni meralar ve tarım arazileri de elde etme devrinde olmadığımıza göre meralarımızı, tarım arazilerimizi akılcı ve planlı kullanmak ve gıda ihtiyacımızın güvende olmasını sağlamak zorundayız.

Zirai ürünlerin bir kaç ürün dışında tamamına yakını, Hayvansal ürünlerin ise her alanında üretimi katlayarak arttıracak potansiyel ülkemizde ve çiftçilerimizde/yetiştiricilerimizde vardır. Bu konuda sektör paydaşlarını ve tüketicileri ümitsizliğe düşürmek ve moralleri bozmak doğru değildir..

KAYNAKLAR

*AKSOY, M. (2014). Tarihin Sessiz Dili Damgalar. İstanbul.

*AKSOY, M. (2012). “Tunceli’de Koç - Koyun Heykelleri ve Balballar.” 2023 Dergisi, 129, 16-20.

*AKSOY, M. (2012). “Kazakistan’da Koç - Koyun Heykelli Mezarlar.” Türk Dünyası Tarih Kültür, S 302. C 51, 29-31.

*ATALAY, B. (1998). Divanü Lûgati-t Türk Tercümesi I, II, III, IV. (4. Baskı). Ankara: TDK Yay.

*ÇAY, A. (1983). Anadolu’da Türk Damgası Koç Heykel - Mezar Taşları ve Türkler’de Koç - Koyun Meselesi. Ankara.

*DİYARBEKİRLİ, N. (1972). Hun Sanatı. İstanbul: Kültür Yay.