Değerli okurlar, ülke gündemi o kadar karışık ki nerden başlasam bilmiyorum.

Son zamanlarda birçok gıda maddesinin, temel ihtiyaç ürünlerinin fiyatı yükselmiş, marketlerde neredeyse iki ya da üç katına çıkmış durumda. Hep beraber kendi ekonomik şartlarımıza göre harcamalarımızı düzenliyor, ay sonunu getirmeye çalışıyoruz. Ancak ne olursa olsun iki yakayı bir araya getirmekte çok ama çok zorlanıyoruz. Anlayamadığım şey; özütü ithal yani dövizle gelen “Kola “ gibi gazlı içeceklerin bazılarının fiyatı yaklaşık %12 civarında artarken, neredeyse tamamı yerli birçok üründeki yükselişler %200’den daha fazlaya çıkmış. Biz ekmek kaç oldu, et, süt fiyatı şöyle böyle konuşurken, hemen her evin günlük almak zorunda olduğu temizlik malzemeleri, diğer ihtiyaç maddeleri çaktırmadan hızla uçup duruyor.

Kim bunları neye göre artırıyor?  Bu ne iş?  Siz anlayabiliyor musunuz? Fırsatçılık ne düzeye gelmiş görüyor musunuz?

Peki kim ya da kimler bunun sorumlusu, acaba gereksiz fiyat artıranlar belli mi? Bunlara bir müdahale ediliyor mu? İnanın herkesin konuşup durduğu esas konu bu.

Ben tespiti yapılanların ilgili kamu kurumları tarafından yüklü cezalara maruz bırakıldıklarını sizler gibi medyadan takip ediyorum. Onlara çok daha ağır yaptırımlar getirilmesinden yanayım. Çünkü bu namertler, bu sahtekârlar asla durmuyor, belli ki bundan sonra da durmayacak.

“O zaman ne yapmalı?” diye insan kendine soruyor.

Kendi kendime bu soruyu sorduğumda, aklımdan bazı ufak tefek çözüm yolları geçiyor.

Bunlardan bir kaçı;

-Artık market alışverişlerinde elimizde kağıt-kalem dolaşmalıyız. Alacağımız ürünlerin gerçek değerlerini bir önceki alışverişte bize verilen fişlerdeki fiyatlarla karşılaştırarak yapmalıyız.

- Mümkünse birkaç marketi şöyle bir dolaştıktan sonra neyi nerden alacağımıza karar vermeliyiz.

- Eskiden ucuz bildiğimiz marketlerin de artık ucuz olmadığını, fahiş fiyat artışı yapabileceğini ön görerek alışverişe başlamalıyız.

- Gözümüze çarpan, içimize sinmeyen anormal fiyat artışlarını da kendi ilimizdeki Ticaret Bakanlığı yetkililerine zaman kaybetmeden iletmeliyiz.

- Gerek pazardan, gerek marketlerden özellikle poşet poşet alacağımız sebzeleri dolaplarda çürütmeyecek miktarda almalıyız.

- Mevsiminde olmayan ürünleri almak yerine, gerekirse fiyatların ucuz olduğu yaz aylarında kurutarak muhafaza edip, tüketmeliyiz ki daha az harcayarak, daha az masrafla geçinelim.

- Bir de bazı alışkanlıklarımızı değiştirmemiz gerekiyor. Özellikle kırmızı et tüketiminde sığır etinden ziyade, koyun-keçi etine yönelmeliyiz.

Çünkü ülkemiz şartları sığırdan öte koyun keçi yetiştirmeye müsait. Yüce Mevla insana bulunduğu coğrafik şartlara göre gıdasını, öteberisini lütfetmektedir. Siz bunun dışında bir şeyler yemek içmek isterseniz zorlanır, belki de hastalanırsınız. Bizlere “yağlı et tüketmeyiniz, sağlıksız bunlar!” diye yıllarca telkinler verildi. Yok, kolesterolünüz çıkar, yok damar sertliği olur, ölürsünüz, bitersiniz diye diye bir takım mahfiller bizleri küçükbaş eti tüketiminden uzaklaştırdı. Bakın Fransızlar dünyada en çok yağlı et yiyen insanlardır. İsterseniz internetten bir araştırın, Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre Fransa'da ortalama ömür: erkek 80.1, kadın 85.7 olduğunu göreceksiniz. Peki, soruyorum “bunlar niye kalp-damar hastası olup, bizler gibi erkenden ölmüyor?”

Cevabı kolay, bizlere her türlü bilgiyi yükleyenler, sırf kendilerinin pazarı olalım, sadece onlara bağımlı kalalım diye doğru şeyleri paylaşmak istemiyor. Yani bizleri yanlış yönlendiriyorlar. Yaşı kırkı geçenler iyi bilir. Bir zamanlar medyada reklamlarda “aman margarin yiyin çok sağlıklıdır” diyenler, aradan bir süre geçtikten sonra “onlar kötü sıvı yağ tüketin” demeye başladı. O da yetmedi yok ayçiçek yağı, yok mısırözü, yok pamuk yağı dedikten sonra, hepsi palavraymış siz zeytinyağına dönün en sağlıklısı bu demeye başladılar.

Bakın bilimsel olmak, bilimsel konuşmak doğru. Fakat bilimsellik hiçbir zaman doğal olandan uzak olmamalı, ona en yakını tercih etmeli ki insanlara fayda sağlasın. Yoksa araştırılıp yeni keşfedilen bir şeyin uzun zaman geçmeden yan etkilerini tam olarak göremeyiz.

İşte buradan şu sonuca varmamız gerektiğini düşünüyorum. Dünyanın ekonomik şartları gün geçtikçe değişiyor, buna bağlı olarak ülkemizin de. Ancak daha kaliteli ve ucuz et tüketeceksek, koyun-keçilerin karnını neredeyse bedavaya doyurabileceğimiz yaylaları ve meraları küçükbaş yetiştirmeye daha çok ayıralım. Daha fazla yem tüketimi olan ve mevcutta doyuramadığımız, hatta ithal yem desteğiyle bile yeterli besleyemediğimiz sığırcılığa bir fren yaparak, ihtiyaç kadar yetiştirelim. Aksi halde önümüzdeki dönemlerde hayvancılığı kurtarmak yerine büsbütün kaybetmeyelim . Küresel iklim değişikliği, su kıtlığı ve ülkemiz şartlarını unutmadan, hani Anadolu’da derler ya “BUĞDAYLA KOYUN GERİSİ OYUN” 

Kalın sağlıcakla.

Dr. Öğr. Üyesi Hakan Keçeci