AB’de ve gelişmiş birçok ülkede yılın son günlerine gelindiğinde, adet olduğu üzere o yılın bir değerlendirmesi yapılır. Sadece işlerin değil kişilerin de ele alındığı bu değerlendirmelere göre; gelecek yıla yönelik kararlar alınır. Bu yazımızda, sizlerle alışıla gelenin ötesine geçip bu tip değerlendirmelerin ve kendimizin bir değerlendirmesini yapalım.

Önce bu senenin değerlendirmesi için son birkaç yıldır neler yazıldığına bakalım. Geçmiş yıllara ait değerlendirmeleri ele aldığımızda, sorunlarda hiçbir değişiklik olmadığı hatta yenilerinin eklendiği ve çözüme yönelik atılan adımların ise yetersiz kaldığı görülmektedir. Yılın son günlerinde yapılan Şura çalışmasının bile bu açıdan benzerlik gösterdiği söylenebilir. Her ne kadar Şura, bilinen sorunların tasdiklendiği, eski çözüm önerilerinin ise yeniden hatırlandığı bir çalışma olarak değerlendirilse de; geleceğe yönelik büyük ümitlerin oluştuğu önemli bir gelişme olarak kabul edilmelidir. Çünkü mühim olan, alınan kararların sahiplenilerek hayata geçirebilmesidir. Yıllardır benzer toplantılarda hep aynı şeyler, aynı kişiler tarafından, yılın belirli günlerinde, benzer şekilde konuşulmaktadır. Sorunlar detayları ile ele alınmakta, iş çözüme gelince otomatik şekilde suç devlete atılmaktadır. Devletin daha fazla destek vermesi, mevzuatı bir daha değiştirmesi, hatta ayrıcalıklar ve öncelikler tanıması istenmektedir. Gerçekten de devlet tarafından neredeyse bu taleplerin çoğu sağlanmasına rağmen, azalması gereken sorunlar giderek artmaktadır.
Bu durum, tarımda üretici örgütlenmesi için de böyle süregelmektedir. Ülkemizde üretici örgütlenmesine uzun yıllardır AB’de olduğu kadar önem verildiğini söyleyebiliriz. Üreticinin örgütlenmesi için 50 yıldan fazla bir süre çeşitli teşvikler verilmiş, desteklemelerde ve projelerde öncelik tanınmış, vergilerde avantaj sağlanmıştır. Birçok kamu kurumuna örgütlenme konusunda yol gösterici ve yardımcı olması amacıyla sorumluluklar verilmiştir. Özellikle mevzuat konusunda çok çalışılmış ve çiftçinin örgütlenebilmesi için 13 tane kanun çıkartılmıştır. Bu gün hemen her üretim alanında, 18 farklı türde üretici örgütü kurulabilmektedir. Sonuç olarak, ülkemizde 10 milyondan fazla ortağı ya da üyesi olan 15 bine yakın üretici örgütü bulunmaktadır. İlk bakışta her şey mükemmel olarak kabul edilebilir. Çünkü devlet destek, teşvik, mevzuat, ayrıcalık ne istendi ise vermiş ve karşılığında da çiftçimizin %60’ı örgütlenmiştir. Bu durumda ülkemizde çiftçinin örgütlenme probleminin olmadığı iddia edilebilir. O zaman, sorunun ne olduğunu birlikte inceleyelim.

Sorun çiftçinin örgütlenebilme kabiliyetinde değil, mevcut üretici örgütlerimizin kendilerinden beklenen hizmeti verebilmesi ile ilgilidir. AB’deki emsal üretici örgütlerinin verdiği hizmetlere baktığımız zaman bu durum bariz bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Miktar bakımından ciddi bir sayıya ulaştığımız üretici örgütlerimizin önemli bir bölümünün gerçek anlamda faal olmadığı söylenebilir. Zamanında devletin desteğini alabilmek amacıyla kurulmuş birçok üretici örgütü, bugün desteği heba etmiş, ekonomik açıdan güçsüz duruma düşmüştür. Kimisi de devletin desteğini dağıtabilmek amacıyla kurulmuş ama umduklarını bulamadıkları için atıl kalmıştır. Halen mevcudiyetini koruyabilenler, girdi tedariki yapanlardır. Bunun üzerine ürünü toplama ve ilk elden pazarlama işini başarabilenler ise, para kazanabilen örgütlerdir. Tabii ki sadece bu faaliyetler ile piyasada rekabet edebilmek ve çiftçinin hakkını koruyabilmek mümkün değildir. Aslında piyasa taleplerini takip eden, mezat işleten, sözleşmeler ile ileriye yönelik üretimi planlayabilen, bu üretimi işleyerek, paketleyerek, depolayarak ürünün katma değerini artıran üretici örgütleri ancak gerçek anlamda çiftçiye kazanç sağlayabilir. Fakat bu tipteki üretici örgütü sayımız olması gerekenden oldukça azdır.

Bu durumun sebebi olarak karşımıza, yukarıda olumlu olarak anlattığımız devletin verdiği hizmetler çıkmaktadır. Örneğin bu kadar çok mevzuat olunca, hem kamu kuruluşları arasında, hem de sektörde üretici örgütleri arasında yetki çatışmaları olmakta ve üreticinin aleyhine durumlar gelişmektedir. Çiftçi hangi kanuna uyacağını, hangi örgüte katılacağını şaşırmaktadır. Büyük çoğunluğu polikültür yapan çiftçimiz, ortalama 5 örgüte üye olmak zorunda kalmaktadır. Sonunda gelinen noktada, devletin yıllardır verdiği desteklerin örgütlenmeyi sadece sayısal olarak arttırmış, iyi düşünülmeden çıkartılan mevzuat sahada birbirine rakip bir sürü yeni üretici örgütü oluşturmuştur. İhtiyaç dışı bu kadar çok örgüt, sahada birbirlerinin işini engellemektedir. Özellikle pazarlama ve girişimcilik konularında geri kalınması öncelikle çiftçiyi zarara uğratmaktadır.

Burada sorulması gereken soru, bu duruma nasıl gelindiği olmalıdır. Geçmişten günümüze kadar gelişmelere baktığımızda sanki Nasrettin Hocanın fıkrasında olduğu gibi her şeyimiz tam olduğu halde bir türlü sonuca uluşamadığımız görülmektedir. Cumhuriyetin ilk yıllarında Büyük Önderin de gayretleri ile başlayan kooperatifçilik hareketi bile, Dünyanın en saçma gerekçesi ile yıllarca yurdumuzda gelişememiştir. Kapitalist ülkelerdeki en yaygın dayanışma biçimi olan kooperatifçilik hareketi, üstelik Dünya tarihinde hiçbir komünist rejimle yönetilen ülkede tek bir kooperatif dahi kurulmamışken, “komünist işi” diye ülkemizde engellenmiştir. Daha sonra anayasaya konmasına, özel kanun çıkartılmasına ve yapılan her işte ön koşul olarak konmasına, en önemlisi özel desteklemeler yapılmasına rağmen yine de bir türlü hedeflenen seviyeye gelinememiştir. Bu özel desteklemeler bile zamanla amacının dışına çıkmış, “destek için kooperatifi kur, alınca unut” modeline dönmüştür. Sorunu çözmek için çıkartılan her yeni mevzuat ve kurulan yeni örgüt tipleri ile sorun daha da çıkmaza sokulmuştur. Bütün bu yaşananlar sonunda gittikçe kısır döngüye dönüşen durumun mantıklı bir açıklamasını yapmak zordur.

Burada insanın aklına şöyle bir soru gelmektedir. Yıllarca hedefe ulaşılamıyor ve çabaladıkça sayısal artışın haricinde yeterince başarı sağlanamıyorsa; bunun sorumlusu kimdir?

Cevap, sorumluluklarımız çerçevesinde sektörde yer alan hepimizi kapsamaktadır. İster çiftçi, ister üretici örgütü kurucu, ortağı ya da yöneticisi, isterse ilgili kurum ve kuruluşlarda çalışan teknik ya da idari personel olsun hemen herkesin, bu durumun oluşmasında kendi çapında bir payı bulunmaktadır. Aslında herkesin elini vicdanına koyup bir değerlendirme yapması gerekmektedir. Öncelikle kendi güçlerinin farkında olmayıp kendi sorunlarının çözümünü devlete yükleyenler, bu listede başı çekmektedirler. İkinci sırada, onlar kadar sorumlu diğer bir kesim ise; vazifeli oldukları halde bu sorumluluğa sahip çıkmayanlardır. Ne yazık ki bu milletin büyük zorluklar ile ellerine verdikleri büyük imkanları düşünmeden, iyi planlamadan, takip ve kontrolünü yapmadan kullananlar, kaynakların heba olmasına neden olmuşlardır. Yukarıdaki benzetmeyi hatırlarsak, bunlar helvayı yapamamışlardır. Üstelik kendilerinden beklenen hizmeti verebilmek için ihtiyaç duydukları bilgi kaynağına, teknolojiye, paraya, personele ve yasal altyapıya sahip oldukları halde görevlerini yerine getirememişlerdir. Bilhassa ülkeye hizmet konusunda yapılacak işlerin kasıtlı olarak engellenmesi, geciktirilmesinin kabul edilemez bir durum olduğunu vurgulamak gerekmektedir. Eğer kasıt yoksa yani bu başarısızlık zeka ve algı ile ilgili sorunlardan ya da daha da acısı liyakat eksikliğinden kaynaklanıyorsa; suçlu bu kişileri bu makamlara getirip sorumluluk verenlere aittir. Gerekçe her ne olursa olsun, bunun mutlaka bir vebali olacaktır. Büyük Önder’in de dediği gibi; hiçbir mazeret, başarının yerini tutamaz. Bu nedenle vazifeye atılmak için, içinde bulunduğumuz vaziyetin imkansızlıkları ve şartların elverişsizlikleri bizi engelleyememelidir. Anlamsız gerekçeler ile işlerimizi engelleyen, geciktiren çevreler hatta makamlar her zaman olacaktır. Bu kişiler kıskançlıktan, liyakatsizlikten ya da menfaatten dolayı bu hainliği yapıyor olabilirler. İstiklal ve Cumhuriyetimize kurulduğu ilk günden beri kastetmeye devam edenlerden emir alanlar için gaflet ve dalalet içinde olduklarını söylemek bile masum bir niteleme olacaktır. Bu hıyanetin içindekiler kendilerini saklamaya çalışsalar da kolaylıkla tespit edilebilirler. Atandığı görevin hakkını vermeyen, işlerini yapmayan, sorumluluklarını yerine getirmeyenler, makamlarını işgal ettikleri süreyle doğru orantılı olarak kendilerini zaten apaçık belli etmektedirler. Bize düşen görev bu kişiler ile uğraşmak değildir. Bu sorumluluk, onları bu makamlara getirenlere aittir. Çünkü bunlar en çok kendilerini bu makamlara getirenlere zarar vermektedirler. Bizim esas ülkümüz, bunlara rağmen görevimizi en iyi şekilde yapabilmektir. Halka hizmetin Hakk’a hizmet olduğuna inanıyorsak, hesap günü geldiğinde hiçbir bahanenin ardına saklanamayacaksak yapmamız gereken şey; çalışmak, daha çok çalışmak, inadına çalışmaktır. Bunun için muhtaç olduğumuz kudrete aslında doğuştan sahibiz. Bu kudreti, ancak birlik ve beraberlik içinde olursak, liyakatle ve inançla kullanırsak başarıya ulaşabiliriz. AB çiftçisinden bir çok bakımdan üstün özellikleri ve kabiliyeti olan çiftçimizin, AB’deki meslektaşları kadar başarılı olmamaları için önlerinde hiçbir engel bulunmamaktadır.

Bunun için, bilhassa devletten hiç bir şey beklemeyen, liyakate önem veren, birleştirdiğimizde kendi imkanlarımız ile başarabiliriz diyen, birbirlerine güvenen ve çevrelerindeki her şeyi sorgulayan üreticilerin artık daha bilinçli bir şekilde örgütlerini sahiplenmeleri gerekmektedir. 2020 yılında hep beraber helvayı yapabilmeyi, mevcut sorunlarımızın neredeyse tamamını çözebilecek idari, teknik ve finansal güce sahip üretici örgütlerini oluşturabilmemizi diliyorum.

Dr. Erhan EKMEN
Ziraat Yüksek Mühendisi
[email protected]