Dikkat edilirse hemen her yıl tarım ve hayvancılıkta bir sıkıntı bir sorun yaşamadan neredeyse hiç vakit geçirmedik. Kar, yağmur, don, heyelan,sel, fırtına, Et fiyatı, süt fiyatı, yem derken bir de bakıyoruz ki sezon gelmiş geçmiş. Sonunda konulan hedefler ya tutmuş, ya tutmamış. Karambol bir durum yani. Ama olsun ısrarla biz hakkımızı tekrar tekrar deniyoruz, deneyeceğiz de. O nedenle istikrarlı ve sürdürülebilir bir tarım ve hayvancılık hayaliyle yanıp tutuşuyoruz. Fakat zaman zaman yanlışa sarılıp duruyoruz. Bunlara ne gerek var. Yapacağımız işi baştan planlayıp zamana yayarsak başa çıkılamayacak ya da çözümlenemeyecek ne sorun olabilir ki. Biz tarım ve hayvancılığı dengeli, ölçülü ve akıllıca yaparsak kazanırız diye düşünüyorum. Bir tarafı yaparken diğer tarafı yıkmamalıyız.

Şimdi bakın hayvancılık alanında ülkemiz modern ıslah çalışmalarına Cumhuriyetin ilan edildiği dönemlerde başlamış, ilk Sun’i tohumlama çalışmaları 1926’larda koyunlarda, daha sonra 1949’lu yıllarda da sığırlarda Bursa ve Aydın vilayetlerimizde ilk olarak uygulanmıştır. Böylece çiftlik hayvanlarında ıslah çalışmaları da başlamış oldu. Islahı seleksiyon ve melezleme şeklinde iki usulde yapmaktayız. Ülkemizde yapılan ıslah türü genellikle melezleme yöntemini kullanmıştır. Bunun ana sebebi yerli ırklarımızın verimlerinin düşük olması olarak gösterilmektedir. Bunu da genellikle yüksek kalitede damızlık hayvanlar ithal edilerek sağlanmış.Böylece Devlet eliyle Koyunculukta Merinos ırkı ilk çalışma konusu olmuştur. Bunun için Almanya’dan getirilen koçlarla Yerli Kıvırcık koyunlar kullanılarak işe başlanmıştır. Böylelikle yapağı ve et kalitesi öncelikli olarak yükseltilmeye çalışılmış. Daha sonra diğer yerli ırklarımızla farklı ithal damızlıklar melezlenmiş ve elimizdeki yerli materyalin istenen yönleri geliştirilmeye gayret edilmiş ve bu güne gelindiğinde başarılı olduğumuz yanlar olduğu gibi maalesef istenmedik durumlar da ortaya çıkmıştır.

Seleksiyon yöntemine gelirsek o da sürüden iyi ve kaliteli olan türlerin bulunup ayıklanması olarak tanımlanabilir. Fakat bu yapılırken birçok veri dikkate alınarak yapılmaktadır. Bunlardan ilki hayvanların düzgün bir biçimde tutulan verim kayıtlarının değerlendirilmesidir. Örneğin et, süt verimi  ya da doğan yavruların ağırlıkları gibi. İşte hangi yönde ıslah yapılacaksa o karakterlerin en iyileri seçilip bunlardan yavrular elde etmek, bir sonraki neslin öncekinden daha kaliteli olmasını sağlamak amaçlanır. Biz ıslah çalışmalarında sadece koyun değil, aynı zamanda keçi, sığır ve mandada da bu çalışmaları sürdürmekteyiz. Ama hala tam olarak kendimize ait ticari olarak kullanabileceğimiz yerli bir marka oluşturduğumuz tam da söylenemez. Bu gün pek çok ülke bunu sağlamış sapır sapır dünyaya mal satarken biz hala onları izlemek onlardan mal almakta yarışıyoruz. Bakın özellikle büyükbaş hayvancılıkta son yıllarda yok Belçika Mavisi, yok Fransız Charolais, Alman  Holstein, Brezilya Nelloresi derken, say say bitmeyecek markaları ülkeye getirip getirip duruyoruz. Ayrıca ırk melezlemesi yapacağız derken kendi ülkemize has türleri bir bir yok edip bununla da övünüyoruz.

Köylerde yerli Kara, Doğu Anadolu Kırmızısı, boz ırk. Güney Anadolu Kırmızısı gibi ana ırklarımızı tamamen yok etme aşamasına getirmişiz. Irk ıslahı yapacağız diye kendi öz sermayemizi gaddarca harcamış durmuşuz. Hala buna devam etmeyi sürdürüyoruz. Bu gün sarp yamaçlı, dik kayalıklı köylerimizde traktörün bile giremediği yarlarda hala kara sabanla yerli kara boğaların, Boz ırk Öküzlerin kaba gücünden yararlanan köylümüz çiftçimiz mevcut. Bu gün bu insanlar kendi hayvanlarını tohumlayacak yerli çeşit döl bulamamaktan yakınıyor. Her şeyimizi daha fazla verim elde etmek uğruna melezledik durduk. Ama bu hayvanların binlerce yıllık hastalık ve zararlılara olan direncini, sağlamlığını da bir kenara attık. Ben yıllarca köylerde kırsalda çalıştım ve şunu gördüm.

Daha ağır kanlı ,daha az çevik ve yamaçlara çıkamayan ve çoğunlukla önüne yem dökülerek büyütülen saf ırk veya melezlerinin 1 litre süt maliyetinin deyarısının altında nerdeyse bedava diyebileceğimiz ev ineklerimizi ev keçilerimizi hep hor gördük ve görüyoruz. Lütfen günlük 5-6 kilo otla karnını doyurup, 5-6 litre süt veren ama yağı muhteşem, hastalıklara dayanıklı ve en önemlisi ata yadigârı yerli hayvanlarımıza sahip çıkalım. Sadece sığırlar için değil aynı tehlike koyun keçi varlığımız için de geçerli. O zaman şu vahşi kapitalist zihniyetin gözlüklerini bir kenara atıp kendi özümüzle gözümüzle çevremize bir bakalım. Ülkemize ait bu mükemmel hazineyi ıslah çalışmalarımızda bir bir kullanalım ve vakit geç olmadan elin sözüyle değil kendi fikrimizle, kendi aklımızla hareket edelim. Kalın sağlıcakla…

    Bingöl Ü. Veteriner Fakültesi
İç Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı
                 Dr. Öğr Üyesi
                Hakan KEÇECİ