Bu yıl aralık ayı itibarıyla beklenenden çok daha az yağış alıyoruz. Herkesin bildiği gibi iklim değişikliği birçok alanı etkiliyor. Dünyanın güneşten gelen ışınları olduğu gibi yansıtamaması yani, Sera Etkisi nedeniyle bu tarz iklimsel problemler meydana gelmektedir. Özellikle Ozon tabakası dünyayı 400 lamda dan az olan morötesi ışınlara karşı korurken,700 lamda dan yüksek kızılötesi ışınları da su buharı, karbondioksit ve metan gazı engellemektedir.Mor ve kızıl ötesi ışınları gözümüzün görme olanağı yoktur. Çünkü göz ancak 400-700 lamda boylarında görebilir.  Güneşten dünyaya gelen 342 watt metrekare  olan  ışınlardan  ideal şartlarda 341,3’ü geri  yansır ise iklimler olağan seyreder. Ancak dünyadan geri yansıması gereken ışınları özellikle ekstra oluşturulankarbondioksit ve metan gazı gökyüzünde bir tabaka oluşturarakbırakmazsa, dünya üzerinde tıpkı seralardakine benzer örtü oluşturur. İşte biz buna sera etkisi diyoruz.
 
Sera etkisi de maalesef dünyayı ısıtmaktadır. Bütün dünyanın ortalama sıcaklığı 16 derecedir. Bunun 1  derece yukarı çıkması Kuzey ve Güney Buz Denizi'ndeki buzulların erimesine, okyanus ve denizlerin su seviyelerinin artmasına yol açmaktadır. Böylesi bir hal deniz seviyesinde olan İngiltere, Hollanda, Endonezya gibi ülkelerin topraklarının ileride su altında kalması demektir. Benzer bir felakete yol açmamak için biz dünyada karbondioksit ve metan üretimini düşürmek zorundayız. Bilindiği gibi karbondioksit özellikle sanayileşme ile birlikte hayatımıza girmiş, yazık ki birçok ülkeyi hala etkilemektedir. Özellikle kömür ve petrol gibi fosil yakıtların aşırı tüketilmesi bunu daha da körüklemektedir. Sanayide sıcak suya olan ihtiyaç, ürünlerin birçok ısıl işlemden geçirilmesi zorunluluğuenerji kullanımını mecbur kılmaktadır. Bu alışkanlığı terk etmek öyle kolay olmayacaktır. Ama artık doğalgaz, kaya gazı ve elektrik gibi ürünleri kullanarak karbondioksit miktarının azaltılması mümkündür. 
 
Metan gazı ise  daha ziyade et-süt elde etmek için büyük çiftliklerin kurulması, burada oluşan gübrelerin geri dönüşüme katılmadan direkt doğaya salınması sonucu görülmektedir. Bunun sınırlandırılması şarttır. Aynen karbondioksitte olduğu gibi metan üretiminde de kısıtlamaya gidilmesi gerekmektedir.  Hayvancılıkta ilerlemiş pek çok devlet oluşan bu soruna çözüm bulma arayışına gitmiştir. Çiftliklere ürettikleri gübreden elde edecekleri biyogazı kullanmak için ek destekler verilmiş ve bunun doğaya zarar vermeksizin ortadan kaldırılmasına çalışmıştır. Böyle yapıldığı takdirde dünya eski özlediği günlere geri dönebilecektir.  Her geçen gün artan dünya nüfusunungıda ihtiyacını karşılamak için üretimin artırılması elbette ki şarttır. Fakat bunu akılcı yöntemlerle doğaya zarar vermeksizin yapılması hepimizin boynunun borcudur.
 
Ülkemize baktığımızda; ilkbahardan bugüne pek çok  vilayetimizde meydana gelen sel, yağmur, heyelan, dolu, don, fırtına nedeniyle 50'den fazla şehrimiz etkilenmiştir. Özellikle Mayıs ayının ortalarında Adana, Mersin, Antalya bölgesi ciddi anlamda don faaliyetlerinden etkilenmiş, büyük oranda narenciye ürünlerinde verim kaybı yaşanmıştır. Aynı dönem içinde Orta Anadolu'da özellikle Konya ilimiz başta olmak üzere, Kütahya, Afyonkarahisar, Balıkesir, Bursa illerimizde yeni dikilen sebze fideleri zayi olmuş, yerine yenileri dikilerek ekstra bir maliyet oluşmuştur. Konya'da ise, buğdayların başak verme dönemine denk geldiği için belirgin oranda buğday verimi düşmüştür. Ayrıca Ege Bölgesi'nde zeytinler, Güneydoğu Anadolu’da Antep fıstığı, Malatya’da kayısı, Karadeniz’de ise fındıkta ciddi zararlar görülmüştür. Dolayısıyla ürünlerini sigorta ettirenler dışındaki çiftçilerimiz bu zararı gidermek için ne yapacağını şaşırmış, devletten katkı beklemiştir. Ancak unutmamak gereken bir konu var ki, o da devlet nereye kadar bunu destekleyip sübvanse edebilecektir. Ayrıca tarım sigortaları meydana gelen hasarları ödemek için ciddi bütçe harcamıştır ve onların da bir sınırı vardır. Haliyle bu da fiyatlara yansımıştır. 2020 yılı içinde gerek sebze gerekse meyve fiyatları önceki yıllara oranla mevsiminde bile oldukça yüksek seyretmiştir. 
Hayvancılık sektöründe de benzer etkiler görülmüştür. Beklenen verim önceki yıllara nazaran çok daha düşük seyretmektedir. Hatta meydana gelen kuraklık ve  Yem fiyatlarındaki artış  nedeniyle zarar eden çiftçi bu sektördeki yatırımlarını azaltmakta veya güvenli sınırlarda tutmaktadır.
 
Şimdi olayı şöyle bir değerlendirelim; bir bölgede oluşan kuraklık beraberinde birçok sorunu da meydana getirmektedir. Özellikle de göç olgusu.  Göç şehirlerarası olabildiği gibi ülkeler arası da görülebilir. Çünkü gıda fiyatlarında artış insanlarda geçim kaygısına yol açmaktadır. Kazancı şehirlerde artırabileceğini düşünerek bu insanlar göç etmektedir. Eğer üretim azalırsa iç ihtiyaçları sağlamak adına bu defa ithalat başlayacaktır. Bu da içerideki üretimi kötü yönde etkileyecektir. Özellikle sıcaklıkların dünya çapında artması, buzulların erimesi açık denizlerin  seviyelerinin bir kaç santim yükselmesi deniz seviyesinde olan ülkeleri bir yerleşim yerlerini çok ama çok etkileyecektir.
 
Ülkemizde deniz seviyesinde üretim yapan Aydın Söke havzası, Samsun Bafra Ovası vardır. Bu ovalarda deniz seviyesinin altınadüşmesi demek arazinin çoraklaşıp tuzlanması anlamına geliyor. Yani bu verimli ovaları kaybetmek demektir.
 
Bir başka etki de  hidroelektrik santraller ile  elektrik üretiminin   zarar görmesi. Yağışların azalması barajlarda su seviyesinin düşmesi, bu da içme suyu ile elektrik üretiminin azalması ihtiyaç olan elektriğin parayla satın alınması demektir.  Yine bu barajlar çevresindeki tarım alanlarını kısmen sulamaktadır. Suyun azalması ya da bitmesi, bu arazilerin boşa çıkması anlamına gelir.  Elektrik, birçok alanda  kullandığımız önemli bir ihtiyaç ürünü olması nedeniyle daha pahalı satın alınıp, daha fazla cepten para çıkması demektir.  Bunun tam tersi,  uzun süre 4-5 ay hiç yağış almadan beklenir, ardından metrekareye düşen yağmur oranı çok aşırı olunca her tarafı sel basmakta ve heyelanlar meydana gelmektedir. Bu da hem tarımsal, hem hayvansalyani maddi kayıp demektir.
 
Yine iklim  değişikliği ve sıcaklık  artışları  o coğrafyada yaşayan küçük büyük tüm canlıları yabani hayatı da etkilemektedir. Önceden ülkemizde olmayan bazı haşere ve böcekler artık yaşayabilecek duruma gelmiştir. Örneğin bazı sivrisinek türleri tamamen tropikal ülkelerde bulunurken artık kendi memleketimizde de bunlara rastlamak mümkündür.  Bunun nasıl bir etkisi ne zararı olabilir diyebilirsiniz? Bakın söyleyeyim. Yıllardır ülkemizde rastlanmayan sıtma hastalığı küçük de olsa bazı şehirlerimizde yeniden görülmüştür. Bunun nedeni sivrisineğin birçok şehirde kışı geçirebilecek sıcaklığı bulamaması iken,  şimdilerde bir kaç derecelik sıcaklık artışı mevsimlerin kayması buna zemin hazırlamıştır hayvancılık yapanlar iyi bilir ülkemizde hiç görünmeyen mavi dil, LSD, Afrika at vebası kimi emici sokucu sinekler sayesinde bulaşan birçok hastalık ülkenin başını ağrıtmaktadır.  Bizbunlardan nasıl kurtuluruz diye birçok proje üretmek ekstradan para harcamak durumundayız. Hiç aklımızda olmayan bugüne kadar bir kuruş masraf etmediğimiz hastalıklar artık can yakmaktadır ve devlete millete büyük bedeller ödetmektedir. Kırsalda sürdürülen yaşamın gittikçe zorlaşmasıhayvancılık yapan aileleri de olumsuz yönde etkilemiştir. Onların da yaşam tarzlarında önemli değişiklikler oluşturmuştur. Yeterince kazanç sağlayamayan aileler bir bir kasaba ve kentlerin yolunu tutmuştur. Gittikleri yerlerde gelir düzeyi düşük olduğundan şehrin ücra yerlerini seçmiş, buralarda yaşam kavgası verirken, memleketin demografik yapısını da değiştirmiştir. Belediyelerle diğer kamu kurumlarını plansız bu alanlara elektrik, su ve kanalizasyon gibi hizmetleri vermesi için zorlamış, şehirlerin yapısını değiştirmiştir.
Sonuç olarak iklim değişikliği demek; sayılamayacak kadar sorun,  yazılamayacak kadar çok dert demektir. O halde bizlere düşen evlerimizde su ve elektriği idareli kullanmak, çöp üretimini azaltıcı tedbirler almak, çevremizi kirletmeden yaşamaya çalışmaktır. Doğal hayatın geri kazanılması için üstümüze düşenleri eksiksiz yapalım, yapmayanları uyaralım. Sağlıklı ve huzur dolu günler dileklerimle…

        Dr. Öğr. Üyesi Hakan KEÇECİ
Bingöl Üniversitesi Veteriner Fakültesi
             Anabilim Dalı Başkanı