Hayvansal protein tüketimi,  insanların sağlıklı  beslenmesinin en temel unsurudur. Tarih boyunca ve günümüzde de hayvansal protein tüketimi fazla ülkelerin diğer ülkeler üzerinde etkin ve hakim olduğu görülen bir gerçektir. Ülke olarak kişi başı hayvansal protein tüketimi bakımından pek parlak bir noktada değiliz. Halbuki hayvansal ürünleri kat kat arttırma, insanımızın daha sağlıklı beslenmesini sağlama potansiyelimiz çok yüksek. Bizim gibi ülkeler hayvansal ürünlerden, gıdalardan uzaklaştırma noktasına getirmek için çeşitli spekülasyonlar ile kamuoyu yönlendirilmektedir. Diğer yandan da bitkisel üretimi de zorlaştırarak, bitkisel gıdalara erişimi bile zorlaştırıp adeta onu bulduğuna şükür edecek hale getirilmektedir. Hayvansal üretimi ve hayvansal gıda tüketimini iklim değişikliğinin sorumlusu olarak suçlayıp, dünyanın sonunu getirecek bir faaliyet olarak gösteren komplo teorilerinin bazı aşırı abartılı “bilimsel” kılıflar içinde sunulduğu dikkatinizi çekmiş olmalıdır.

İklimi, yani  “havamızı” kim ne kadar bozuyormuş bir bakalım mı;

İskoçya'nın Glasgow kentinde 31 Ekim-12 Kasım tarihleri arasında Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği konusunda toplandı ve havayı kirleten sera gazı emisyon kaynaklarının kontrol altına alınması ve Carbon salınımının azaltılması konusunda Paris iklim anlaşması sürecini tartıştılar.

Paris İklim Anlaşması, iklim değişikliğinin azaltılması, adaptasyonu ve finansmanı hakkında imzalanarak 2016 yılında yürürlüğe girdi. Anlaşmayı onaylamayan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi üye devletleri arasında Eritre, İran, Irak, Libya, Yemen ve Türkiye yer alıyordu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “Paris İklim Anlaşması’nı, ulusal katkı beyanımız çerçevesinde önümüzdeki ay Meclisimizin onayına sunuyoruz.” açıklamasını takiben 6 Ekim 2021 tarihinde, Paris İklim Anlaşması TBMM tarafından resmen kabul edildi.

Amerika Birleşik Devletleri 2020'de anlaşmadan çekildi, ancak 2021'de yeniden katıldı.

Emisyon nedir;

Yakıt ve benzerlerinin yakılmasıyla; sentez, ayrışma, buharlaşma ve benzeri işlemlerle; maddelerin yığılması, ayrılması, taşınması ve diğer mekanik işlemler sonucu bir atmosfere yayılan hava kirleticileri olarak tanımlanır.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'nin ( IPCC ) yayımladığı rapora göre, Dünya kirliliğindeki en yüksek paya sahip ülkenin Çin olduğu açıklandı. Küresel emisyonların yaklaşık yüzde 64'üne Çin, ABD, Hindistan, Rusya ve Endonezya'nın aralarında bulunduğu 10 ülke neden olmaktadır. Kirlilikteki payı yüzde 1 olarak belirtilen Türkiye ise 16. sırada yer aldığı bildirildi.

En Büyük Sorumlu Çin, ABD ve AB Ülkeleri;

Dünyanın en büyük kömür üreticisi ve tüketicisi konumunda bulunan Çin, küresel emisyonların yüzde 26,9'una (13,63 milyar ton karbondioksit eş değeri) neden oldu.

Çin'i yüzde 12,2 (6,18 milyar ton karbondioksit eş değeri) ile ABD ve yüzde 7,35 (3,72 milyar ton karbondioksit eş değeri) ile Hindistan izledi.

Küresel emisyonların yüzde 4,8'ine (2,43 milyar ton karbondioksit eş değeri) Rusya, yüzde 2,8'ine (1,42 milyar ton karbondioksit eş değeri) Endonezya neden oldu.

Bu ülkeleri yüzde 2,6 ile Japonya, yüzde 2,4 ile Brezilya, yüzde 1,65 ile Almanya, yüzde 1,63 ile İran ve yüzde 1,52 ile Kanada takip etti.

Söz konusu 10 ülke küresel emisyonların yaklaşık yüzde 64'üne yol açtı.

1751-2017 dönemindeki kümülatif emisyonların yüzde 25'ini ABD, yüzde 22'sini Avrupa Birliği ülkeleri ve yüzde 12,5'ini Çin oluşturdu.

Gelecekte de bu üçünün emisyon oluşturmadaki  payları daha da artacak görünüyor.

Amerika bir girip bir çıkarak anlaşmayla ilgili yükümlülüklerini yerine getirme işini sulandırmakta ve yokuşa sürmektedir. AB ülkeleri de Amerika kadar olmasa da daha çok kendileri dışındaki ülkelerin bunu yapması gerektiği konusunda tavır almış durumdalar. Çin ise, en az 2071 yılına kadar böyle bir konuyu gündemlerine bile almayacaklarını açıklamış durumdalar.

Dünyadaki emisyonların etkenlerinin kaynakları kabaca,  %50 enerji kullanımı; %25 endüstri; %14 ormansızlaşma ve %11  oranında tarımsal faaliyetlerdir. Yani emisyonun % 90’ı insan etkisiyle oluşmaktadır.

Ülkemizin Durumu Nedir;

Türkiye, geçen yıl 530 milyon ton karbondioksit eş değeri emisyon salımıyla küresel emisyonlarda yüzde 1 paya sahip olduğu ve dünyada 16'ncı sırada yer aldığı söylendi.

Türkiye'deki emisyonların yüzde 24,1'i elektrik sektörü, yüzde 21,2'sini imalat, yüzde 15,8'ini ulaşım, yüzde 13,8'ini binalar, yüzde 11,1'ini atık, yüzde 9,3'ünü tarım, kalan yüzde 4,7'lik kısmını ise denizcilik, petrol ve doğal gaz sektörleri oluşturduğu belirtiliyor.

Ülkemizin dünya emisyondaki payı olarak belirtilen %1’ lik oranının  % 9.3 ü ( % 1’in % 9.3’ ü yani dünyadaki toplam emisyonun 0,001’ i) ülkemizdeki tarımsal faaliyetlerden kaynaklandığı görülüyor. Haydi diyelim bunun yarısı da hayvancılıktan oluştuğunu varsayarsak; hayvancılığımızın sera gazı emisyonuna etkisinin oranının ne kadar az olduğunu görürsünüz.

Bu kadar detaya neden girdiğimize gelirsek;

İklimi  bozucu etkisi olduğu bildirilen sera gazı emisyon miktarını en çok arttıran ülkeleri ve sektörleri yukardaki açıklamalar çerçevesinde gördük. Bu ülkelerin ve sektörlerin, kendilerinin % 90 oranındaki kısmına sebep olduğu alanlarda sera gazı salınımını azaltıcı tedbirler alınması aciliyeti üzerinde durulması gerekirken, bunu tarım ve özellikle  hayvancılık sektörüne hayvan sayısını ve hayvansal üretim miktarlarını azaltıcı baskı bahanesi olarak kullanmaktadırlar.. Bu çerçevede ülkemizde, büyükbaş hayvanlardan başlamak üzere hayvan sayısının  ve hayvansal ürünlerin azaltılması yönünde ( çevre, iklim bahaneli, bilimsel olduğu ifade edilen, aşırı çarpıtılmış açıklamalarla ) kulis ve söylemler gün geçtikçe yaygınlaşmaktadır.

Önümüzdeki dönemde de bu yönde çabaların artacağı görülüyor.

Bilime karşı olmamak gerekir. Ancak, iklim değişikliği konusu çarpıtılarak, asıl etkeni gizleyerek, aşırı abartılarak farklı amaçlara yönelik olarak kullanıldığı görülüyor. Bilimsel adı altındaki bir çok konunun tarihsel süreçte bu şekilde çarpıtılarak kullanıldığının çok sayıda örnek olduğu da dikkate alınarak; bilimsel konulara ya da sonuçlara, tezlere, hipotezlere de temkinli ve test edici yaklaşmanın da bilimin esası ve temeli olduğu da unutulmamalıdır.

İyi planlama ile ülkemizdeki kırmızı et, süt, kanatlı eti, yumurta… tüm hayvansal ürünleri kat kat arttırma potansiyelimizin var olması, hayvan varlığımız ve hayvansal ürünleri yeterince tüketip milletimizin daha sağlıklı beslenme potansiyeli kimlerin havasını bozuyor ve hayvancılıktaki sorunlar derinleştiriliyor ya da çözüm olmadığı kanaati, yılgınlığı sektöre kim(ler) tarafından pompalıyor dersiniz…

Alternatif olarak önerilen yapay hayvansal gıdalar örneğin, yapay et konusunda çok sayıda bilim adamının  kuşkuyla karşıladığına dair beyanları bulunmaktadır. Yapay etin laboratuvarda üretme tekniğinin esası kanserli hücrelerin  büyüme ve çoğalmasına benzer yönteme dayanmakta olup, çıkan yan ürün ise karbondioksittir. Yapılmakta olan yoğun kulis ve propagandalar sonucu “ yapay hayvansal gıdaların” zararlarının ortaya konulmasının da engelleneceği görünüyor. Bunun örneğini, şeker yerine kullanılan ve yaygınlaşan ürünlerin zararlarının yeterince söylenememesi, söyleyenlerin seslerinin toplumda duyulmasının engellenmesinde görmekteyiz. Bilindiği gibi, bu ağır kulisler sonucu, bilim adamlarınca adeta “zehir” olarak tabir edilen bu şeker alternatifi ürünler aklınıza gelecek hemen hemen her gıda ürününde kullanılır hale gelmiştir.

Enerji üretimi amaçlı faaliyetler ve endüstrinin emisyonunu % 75 inden fazlasını oluşturduğunu hatırlarsak; yapay gıda üretimi için kurulacak tesisler de enerji kullanacağı ve endüstriyel yapıda olacağı için, emisyon artışında  hayvanları devreden çıkarmanın da bir artısının olmayacağı çok açık değil mi.

Sığırlar başta olmak üzere hayvanların çıkardığı metan gazının  çok cüzi miktarda olduğu ve doğada karbondioksite göre daha kolay ve daha kısa zamanda ayrıştığı, yok edildiği (degredaston) gerçeğinin de gözardı edildiğini unutmamak gerekir.

Yukardaki açıklamalar, bilgiler incelendiğinde;

Emisyonu arttırmada % 90 etkisi olan kaynaklardaki miktarın, en çok neden olan ülkelerce ve sektörlerce alınabilecek tedbirlerle azaltılması yönünde insiyatif alınmayıp, savsaklanırken; Bizim gibi ülkelerde yoğunlaştırılan hayvan sayılarının ve hayvansal ürünlerin tüketiminin azaltılması yönündeki aşırı abartılmış kulislerin niyetleri ve  masumiyetleri konusunun ne kadar doğru olduğunu  ihtiyatlı bir yaklaşımla değerlendirmek; “Vur deyince öldürmemek” gerekir.

Bir de İnanç açısından bakacak olursak; İslamın temel ibadetlerinden biri olan kurban ‘ın manevi olarak bir teslimiyet ve bağlılığı temsil etmesi yanında kırmızı et tüketimine ekonomik gücü olmayanların dahi erişebilmesi ve tüketebilmesini sağlamayı amaçlamış ve yönlendirmiş olmasının; kırmızı et elde edilen hayvanların üretilmesinin, İslami inanç sistemi içerisinde destek ve teşvik edildiğini ve bir ibadet olarak önemli bir konumda olduğunu da unutmamak gerekir.

Geçmişten bu güne tarihi  bir gerçeği unutmayalım;

“Et (hayvansal protein) tüketen milletler diğerlerini yönetir, hakim olur”

[1]

Dr. Ali Ayar

Tarım ve Orman Uzmanı