Hayvancılıkla ilgili konular çeşitli ortamlarda sıkça konuşulmaktadır. Sorunların hepsini birden ele almak kafa karışıklığına ve bazen ümitsizliğe yol açabildiğinden birer birer incelemekte fayda görüyorum. Daha önce çeşitli vesilelere yazılarımda açıkladığım bir görüşü tekrar etmekle başlamak isterim; Hayvancılıkta ülke olarak önemli mesafeler aldığımızı ve üretimi arttırdığımızı not ederek hali hazırda da çözüm bekleyen, konjonktürel ve yapısal şartlardan kaynaklanan bir takım sorunları olduğu sektördeki herkesin malumudur. Ülkemizin, coğrafyamızın ve üreticimizin tüm sorunların üstesinden gelmeye yetecek potansiyeli mevcuttur. Yeter ki bunu doğru kullanalım. Sektörün azmini, üretim hevesini kırmayalım, her fırsatta ümitsizlik aşılamayalım..

Bu sayıdaki konumuz; Kasaplık güç nedir ve doğru kullanıyor muyuz olacaktır.

Büyükbaş ve küçükbaşta kırmızı et üretimi için hayvan varlığının ekonomik, sürdürülebilir düzeyde verimli işletilip işletilmediğinin bir ölçüsü olarak “kasaplık güç” kavramı da kullanılır. Kasaplık güç, bir yılda kesilen hayvan sayısının toplam hayvan sayısına oranı olarak tanımlanmaktadır. Mevcut anaç materyalden ve bunlardan elde edilen yavrulardan kesime sevk edilmesi gereken asgari hayvan sayısının ne olması gerektiğini ifade eden “kasaplık güç”, doğru yönetiliyorsa, orada “işler yolunda” demektir. Aksi halde damızlık hayvanlarda, infertilite (kısırlık), doğum aralıklarının çok uzaması, kızgınlık takibi, tespiti ve tohumlamanın zamanında yapılamaması gibi nedenlerle yavru almada sıkıntıların olduğu öncelikle akla gelen durumdur. Ayrıca, ya da ilaveten salgın hastalık problemlerinin tam çözülemediği, yavru ölümlerinin kabul edilebilir limitin üstünde olduğunu da gösterir. Bu durum özellikle girdi maliyetlerinin çok arttığı bu dönemde yaptığımız masraf ile elde edilen ürün (yavru, et, süt ) miktarının sürdürülebilirliğinin üretici aleyhine olduğu anlamına gelir. Bir işletmede mevcut hayvan varlığının, (yavrular ve damızlıktan çıkartılan anaçlar dahil ) büyükbaşta % 30-35, küçükbaşta ise, % 40-45 kadar kısmının et üretimi için kesime gönderiliyor olması gerektiği aşağı/yukarı kabul edilen bir durumdur. Kayıtlarımıza göre kesilen büyükbaş 3.6 milyon, Küçükbaşta ise toplam 5.8 milyon kesim görünüyor. Kurban için 3.7 milyon küçükbaş, 1 milyon büyükbaş kesilenlerde dahil edildiğinde dahi kasaplık güçten asgari oranda bile yararlanamıyoruz demektir.

İstatistik verilere göre, Ülkemiz sığır varlığında 18 milyon baş ile, Avrupa ülkeleri içinde çok az bir farkla Fransa’dan sonra ikinci sıradadır. Küçükbaş hayvan varlığı bakımından ise 55 milyon baş ile dünyada 9. sırada iken Avrupa’da birinci sıradadır.

Kayda giren süt üretim rakamlarımızı en iyimser yaklaşımla toplam üretimimizin yarısı kadar olduğu, diğer yarısının kayda girmeyen olarak yapılan tahmini kayıtlar oluşturmaktadır. Tüm üretimin kayda girmesi tabii ki istenen bir durumdur. Süt üretimi planlamasında en azından bu tahmini verilerin kullanılması hedefin tutturulması ihtimalinde bir “ avantaj” sağlarken; et üretim miktarında ise sadece kayda giren kesim ve et üretim miktarlarını dikkate alınarak yapılan kırmızı et üretim planlamamızın neden çoğu kez tutmadığı ve ithalat zorunda kaldığımız konusuna biraz açıklık getiren bir durumdur. Kayıtlılığı artırmak, gerçek üretim rakamlarının ortaya çakmasına ve bu verilere göre yapılacak üretim planlaması  projeksiyonlarının başarısını arttıracağı malumdur.

Üretilen ve kayıtlara giren rakamlara göre; 1.2 milyon ton kırmızı etin önemli bir kısmının sığırlardan (bir milyon yetmişbeş bin beşyüz tonu % 89.5 i ) üretilirken, küçükbaştan % 10.5 ilk orana karşılık gelen 125 bin ton kadar miktar üretilmektedir. Bu 2019 rakamıdır. 2020 de ise pandemi nedeniyle toplu tüketim, turizm sektörlerindeki talep azalması nedeniyle toplam kırmızı et üretimi 900 bin tonu ancak bulduğu konuşuluyor. Normalde 200 bin ton civarındaki “açık”, ithalatla karşılanırken, pandemi etkisi ile 2020 yılında ithalat da yapılmamış görülüyor. Ancak tam normalleşme ile, talebin hızla artacağı, buna bağlı olarak da içerdeki arzın ve stokların yeterli olmaması halinde, ithalatın da artacağı öngörülüyor. Gerek talebde oluşacak bu hızlı yükseliş ve gerekse artan girdi maliyeti artışı karkas fiyatlarının artmasını tetikleyecektir. Burda kritik nokta; karkas fiyatlarıdaki bu yükselişin süt fiyatından memnun olmayanların damızlık dişileri kesime göndermesini hızlandırıcı etkisi olabileceği ve bu durumun sıkıntının büyümesine ve derinleşmesine yol açabileceği endişesidir. Süreç ithalat yapılmasını gündeme getireceğinden, başta üreticinin lehine gibi görünen karkas fiyatlarının artması durumu kısa sürede tersine olarak değişebilecektir. Bir de kur artışı ve pandemi nedeniyle ülkelerin gıda ihracatına eskiye göre daha nazlı tavrı ve fiyatları yükseltme eğilimi olacağından ithalatın üreticiyi ve tüketiciyi rahatlatıcı etkisinin ne kadar olacağı ile, piyasayı ne derece etkileyeceği ve sektörde fiyatların regüle edileceği, hassas dengelerin nasıl kurulmasının gerektiği, üzerinde durulması/durulmakta olan konular olduğu muhakkaktır.

Hayvan varlığımıza göre kasaplık gücü doğru kullanıp kırmızı et üretimini sağlayabileceğimiz en üst düzeye çıkarabilmek için, infertilite, hastalıklar, yavru ölümleri konusunda üreticilerin daha yoğun bilgilendirilmesi ve taşra teşkilatında uygulama pratikleri oluşturulması gerekir.

Bunlardan bazılarını şu şekilde özetleyebiliriz; üreticiye fazla yük getirmeyecek bir şekilde hayvan ve hayvansal ürün kayıtlılığını arttıracak tedbirlerin uygulanması, destek mekanizmasının buna göre revizyonu, çok sembolik düzeyde kalan hayvan hastalıkları ile mücadele bütçesinin makul düzeyde arttırılması, taşra teşkilatında görev yapan veteriner hekimlerin, herhangi bir personelin yapabileceği iş yüklerinin azaltılarak infertilite, suni tohumlama ve hastalıklarla mücadele konusuna yoğunlaşmalarının sağlanması..

Dr. Ali Ayar

Tarım ve Orman Uzmanı