Türkiye terörle mücadele de 50 yıla yakın bir zamandır karşı karşıya kalmış bir ülkedir.

Zaman zaman Türkiye ye gücü yetmeyen ülkeler Türkiye ye karşı terör örgütlerini kullanarak öç almaya çalışmışlardır.

İnanıyorum ki bu topraklarda terör yüzünden yaşadığımız acıları tarif etmeye kelimeler yetmeyecektir. Son olarak terörün Taksim’de gerçekleştirdiği bombalı kalleşlik yüzünden canlarımızı kaybettik ve milletçe bir kez daha yüreğimiz yandı.

Böyle bir belayla karşı karşıya kaldığımızda iktidar ve muhalefet partileri dahil, bütün bir toplum kesimleri olarak teröre karşı ortak bir tepkide buluşabiliyoruz ve net olarak lanetliyoruz, bu güzel bir meziyet.

Ancak acının üzerinden günler geçmeye başlayınca özellikle siyasi arenada terör üzerinden toplumu kutuplaştırıcı bir dil kullanmaktan da bir türlü kurtulamıyoruz. Maalesef bu kadim hastalığımız hem ortak dayanışma ruhumuzu zedeliyor, hem de terörün ekmeğine yağ sürüyor.

Daha Taksim’deki terörist saldırının evlerimize düşürdüğü ateş sönmeden özellikle iktidar cenahından muhalefeti itibarsızlaştırıcı ve toplumu kutuplaştırıcı dil kaldığı yerden devam ediyor. Terör en büyük şehrimizde bizi can evimizden vuruyor, ama biz siyasi hesaplar yüzünden birbirimizi yemeye devam ediyoruz.

Bunun için çok uzağa gitmeye gerek yok, şu günlerde iktidar medyasındaki hemen bütün kalemler koro halinde muhalefete saldırıyor. En önemli gerekçeleri de İçişleri Bakanı “ABD’nin taziyesini kabul etmiyoruz” diye meydan okurken, altılı masa Amerika’ya tek laf etmiyormuş…

Bu arada Bali’de G-20 zirvesinde Amerikan Başkanı Biden’le görüşen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Biden’ın taziyesini kabul etmiş.

Cumhur İttifakı ve medyasının, ‘bu teröristler ülkeye elini kolunu sallayarak nasıl girebildi’ diye en küçük bir özeleştiri yapma gereği bile duymadan muhalefete ateş etmesini görünce “Var mısınız, haydi gelin şunları da konuşalım” deme ihtiyacı hissettim.

Malum İçişleri Bakanı “Saldırı Kobani talimatıyla yapıldı” diyerek ABD’ye meydan okudu. Oysa biliyoruz ki 2019’daki Soçi mutabakatından bu yana bu yana Kobani Rusya’nın kontrolünde. Elbette Amerika’nın da elleri temiz değil.

Madem ABD’ye meydan okuyabiliyoruz, o zaman çıkıp soralım; “Ey Rusya, bu teröristlerle senin bir bağın var mıdır?” Peki, bu konuda İçişleri Bakanı’nın Rusya’ya celallenen bir açıklamasını duyar var mı?

Gerçekten PKK terörünün bitirilmesi bizim için önemliyse, Rusya’ya diyelim ki “Eğer Türkiye’nin düşmanı değilsen, neden PKK’ya Moskova’da büro açma izni verdin ve neden hala koruman altında kalmaya devam ediyor?”

Cumhur İttifakı ve yandaşlarına şunları da soralım mesela… Rus uçakları İdlip’te 33 askerimizi şehit ettiğinde, neden hiçbiriniz çıkıp “Şehitlerimizin kanı yerde kalmayacak, bunun hesabını soracağız” diyemediniz.

Cumhur İttifakı 2019 yerel seçimler öncesinde meydan meydan dolaşıp bütün muhalefeti ‘terör destekçisi’ olarak ilan etmişti, ancak tekrarlanan 23 Haziran öncesinde Öcalan’ın mektubunu TRT’de okutmakta bir beis görmediler. Peki bunu nasıl bir terörle mücadele konseptiyle izah ediyorlar acaba?

Eğer İçişleri Bakanı’nın da altını çizdiği gibi Amerika ile müttefiklik ilişkilerimizi gözden geçirmemiz gerekiyorsa, F-16 uçaklarını alabilmek için neden bu kadar Amerika’nın peşinden koşuyoruz.

Devlet Bahçeli, “ABD'nin bakışıyla zillet ittifakının başı arasında fark gören var mıdır?” diye soruyor. Bahçeli Amerika’ya bu kadar saydırıp dururken, acaba Biden’la görüşen Cumhurbaşkanı Erdoğan ortağını incitici bir tavır mı sergilemiş oluyor?

Yaşanan tecrübeler de gösteriyor ki eğer siyaseti demokratik bir yarış zemininden çıkarıp, kavga ve kutuplaşma aracı haline dönüştürürsek, terör dahil ülkenin temel problemlerini çözme imkanını kaybedeceğimiz gibi birlikte yaşama duygularımızı da zehirlemiş oluruz.

Evet her şeyi konuşalım, tartışalım ama birbirimizin gözünü oymadan…