Bu sayımızda AB’de görülen ama biz de kesinlikle olmadığı iddia edilen “Deli Dana” hastalığına değineceğim.
Deli Dana hastalığı, insana hastalıklı hayvanın eti yenirse bulaşıyor. Hastanın kanını doğrudan alsanız bile bulaşma ihtimali düşük. Hasta hayvanın etini yiyen kişide hastalık pusuya yatıyor. Yaşlılık ya da aniden gelişen herhangi bir hastalık gibi durumlarda yani vücut direnci düştüğünde, ortaya çıkıyor. Hastanın beyni hızla süngerimsi bir yapıya dönüşüyor. Süngerleşme ilerledikçe, sırasıyla hastada yürüme, el kol hareketleri, konuşma ve en son yutkunma bitiyor. Bu arada hayaller görmeye başlıyor, kendini bile tanıyamaz hale geliyor ve derin bir uykuya dalıyor. Yani önce felç oluyor ve sonra komaya giriyor. Sonunda enfeksiyon, zatürre ya da çoklu organ yetmezliği gibi nedenlerden hasta kısa sürede ölüyor.
Deli Dana ile ilgili AB ülkelerine baktığınızda; hastalıklı hayvan sayısı, mücadelesine yönelik yapılan faaliyet sayısı, hastalanan insan sayısı, tedavi çalışmalar gibi çeşitli istatistik verilere ve bilgilere şeffaf bir şekilde ulaşabiliyorsunuz. AB mevzuatında, nasıl sürekli saha taraması yapılması ve müdahale edilmesi gerektiğini belirten özel hükümler bulunduğunu görüyorsunuz. Hastalık 2001 yılından bu yana yıllık resmi raporlarla yakından takip ediliyor ve yayınlanıyor. Yıllar içinde sayılar giderek azalsa da sonuç sıfır olmadıkça hastalık önemini korumaya devam ediyor. Çünkü hasta hayvan 1 tane bile olsa ondan elde edilecek eti yüzlerce kişinin tüketme riski var. Örneğin; sadece tek bir hastalıklı hayvandan elde edilen etin, ucuz kıyma satan bir reyondan yüzlerce kişiye bir defada bulaştırabilmesi mümkün. Bu nedenle AB konuyu sıkı takip ediyor.
Deli Danalı hayvanların ülkemize girmesi kanunen yasaklandığı için bu hastalığın ülkemizde hiç görülmediği iddia edilmektedir. Yani, ülkemize girmesi yasak hayvansal kaynaklı hastalıkların, ülkemizde görülmesi resmi olarak “imkansız” kabul edilmektedir. İstatistiklere göre ülkemizde hiç vaka bulunmamaktadır. Bu durumda Deli Dana hastalığından ölen hiç kimsenin olmaması gerekmektedir. Böyle biri varsa kesinlikle yurt dışına gidip, hastalıklı hayvan etini orada yediğine ya da yurt dışında hastalanmış birinin kanını aldığına inanılmaktadır.
Hâlbuki, babam kısa bir süre önce bu hastalıktan vefat etti. Hem de hiç yurt dışına çıkmadığı ve kan transfer yapmadığı halde bu hastalığa yakalandı. Demek ki; hastalığı resmen imkansız ilan etmek yeterli değilmiş. Bu durumda aklınıza, yukarıdaki belirtilerle kısa sürede ölen biri varsa, “acaba deli danadan mı öldü ya da bu hastalıktan ölen başkaları var mı” soruları gelebilir.
Bu durumda yapabileceğiniz hiçbir şey yok. Çünkü tahlili bile ülkemizde yapılamayan bu hastalığın teşhisini koymak bile çok zaman alıyor. Hastalığı kısa sürede ilerleyen hastanızın, ilk anda hangi bölüme götürüleceği bile bilenemiyor. İlgili olabilecek bölümleri dolaşmak, tetkik yaptırmak hatta görüntülü tetkikler için randevu almak için geçen süre, hastalığın seyrinden fazla sürüyor. Diyelim ki; kısa sürede 15 bin dolar harcayabilecek kadar varlıklı bir kişisiniz. Özel bir sağlık kurumunda birçok bölümün doktoru sizi gördü ve verdikleri tetkikleri kısa sürede cebinizden yaptırdınız. Buna rağmen ilk anda, hızla ilerleyen bir kanser ile karşılaşıldığı sanılıyor. Normalde aylar sonrasına verilen kanser taramasını ancak özel bir yerde yaptırabilirseniz hızla kanser olmadığınız cevabını alıyorsunuz. İşte ancak bu durumda ileri derece uzman bir doktor, devletin yasakladığı bir hastalığa yakalanmış olabileceğinizi düşünüyor. Bir mühendis maaşından fazla para verip Fransa’ya numune göndermenizi istiyor. Cevap gelince “ülkemizde kesinlikle imkansız” olan hastalığa yakalandığınızı anlıyorsunuz. Bütün ümitleriniz bitiyor. Sonrasında hastayı huzur içinde acısız bir şekilde uğurlayabilmek için kalan kısa sürede elinizden geleni yapıyorsunuz.
Tarım Bakanlığında çalışan bir mühendis olarak, Ankara’nın merkezinde oturan, devletin en yüksek makamlarının işaret ettiği yerlerden et alan, emekli devlet memuru babam, “nasıl Deli Dana oldu” sorusunun cevabını arıyorum. Muhtemelen “dış mihraklar tarafından havadan paraşütle atılmış” eti yoldan geçerken buldu. Bütün eti tek başına yedi. Başka hiç kimse yemedi. Üstelik bilmeden dahi olsa, devlet tarafından yasaklanmış bir hastalığın bulaşık olduğu eti yediği için bir de devlete karşı suç işledi.
İşin kinayesi bir tarafa, sağlık alanında lüks inşaat kalitesinde Dünyanın en büyük hastanelerine sahip ülkemizde, bu hastalığın hiç görülmediğinin sanılmasının ardındaki gerçekler araştırılmalıdır. Yeterli maddi varlığa sahip olmadığı için aylar sonrasına verilen tetkiklerin günü gelinceye kadar bu hastalığa yakalanan belki de binlerce kişiye teşhis koymak mümkün olmuyorsa ne yapacağız. Hastanın niçin öldüğü anlaşılamıyor ve bu nedenle kayıtlara da geçmiyorsa “Ülkemizde Deli Dana yoktur” demeye devam mı edeceğiz.
Bu arada kendimi “taammüden öldürülen ve katili serbestçe dolaşan birinin oğlu” olarak hissettiğimi söylediğimde, “Allah verdi, Allah aldı” sözüyle karşılaşıyorum. Beni derinden etkileyen bu söz, inançlı kişiler tarafından çok iyi irdelenmelidir. Çünkü bu sözün arkasına sığınıp cinayete kurban gideni de en nihayetinde Allah aldı diyerek tedbir almamak, katili aklayıp suçu Allah’a atmak olacaktır. Sanırım kimse böyle bir vebalin altında kalmak istemez. Umarım hiç birimiz buna izin vermeyiz.
DR. Erhan Ekmen
Ziraat Yüksek Mühendisi
Deli Dana
Bunlar da ilginizi çekebilir