Dört bin yıllık Türk Devleti ulu çınarının çağımızdaki en güçlü kolunun 100. yaşı kutlu olsun.

Değerlerimize sahip çıkmaktan bahsedilirken, sıkı sıkıya irtibatlandırılmış temel değerler olarak, din ü devlet, mülk ü millet (din, devlet, vatan, millet) ifadesini görürüz. Günümüzde, en çok tahrip edilmeye çalışılan aidiyet kavramlarımız ise, millet ve dindir. Bilimsel tanıma göre millet, “Ortak gelecek kaygıları, hedefleri, amaçları, beklentileri olan ve aynı kültüre aidiyet hissine sahip insanlar” olarak ifade edilir. Türk Milleti tanımı, bulunduğu geniş coğrafyada aynı tarih bilincine ve kültür aidiyetine sahip, geleceğini birlikte gören herkesi kapsar. Bilsek de hatırlamak faydalıdır.

Millet Kavramı

Millet bağı dağılırsa, diğerleri de büyük ölçüde kendiliğinden dağılır. Tarihi süreçte, millet tanımının içeriği değiştirilerek farklılıklar, kışkırtmalar, mikro aidiyetler oluşturup bu yönde bir takım vaatlerle kırılmalar, bozulmalar oluşturulması milletimizi bölüp parçalamanın bir yolu olmuştur. Son yüzyılda millet ve milliyetçilik kavramlarının ırk üzerinden yapma zorlamaları ve bunun şirin gösterilme çabaları yoğunlaşmıştır. Millet kavramına bir bakalım;

*Tarihsel süreçteki millet kavramı realitesi; Türk Milleti kavramını ırkçılıkla aynı kefeye koyup, aynı millet ailesinin fertlerini parçalara ayırmaya yönelik, söylemler gittikçe artıyor. Hâlbuki tarihi yazıtlarda ve anıtlarda, Göktürk (Köktürk) alfabesiyle yazılmış metinlerde; Düşmanın tatlı diline ve vaatlerine kanıp bölünmeyin. Türk beglerim, Budun’um işitin! Birlik olursanız; üstte mavi gök çökmedikçe, alta yağız yer delinmedikçe senin ilini ve töreni kim bozabilir diye ifade edilmiştir. “Budun” ırk anlamında olmayıp, Arapça olan millet kelimesinin öz Türkçe karşılığıdır. Hiç bir Türk devletinde de millet kavramı ırkçılık olarak uygulanmamıştır. Türk milletinin tarih sahnesine çıktığı dönemden bu güne kadar, gerek yöneticiler ve gerekse halk düzeyinde başka milletlerle yaygın evlilikler yapılmıştır. Bunda bir sakınca görülmemiş ancak, başka milletlerin törelerine, kültürüne bağlanarak kendi değerlerinden uzaklaşılması ve yabancılaşma durumu, milletin bozulması olarak görülmüştür. Günümüze kadar da millet kavramı aşağı yukarı aynı şekilde kalmıştır. Diğer milletlerde de durum pek farklı değildir. Tarih boyunca savaşlar, göçler nedeniyle birbirine karışmış olan insan grupları içerisinde ırka göre millet fiilen mümkün olmamıştır.

* Bilimsel açıdan aynı ırktan millet; Basit bir deyişle, dünya üzerinde rast gele alacağınız iki insan arasındaki genetik farklılık % 0.1'den düşüktür. Bu küçük farklılık tüm canlılarda da olduğu gibi, insanların yaşadığı coğrafyadan, çevre şartlarının etkisinden kaynaklanan durumdur. Bu farklılıkların dış görünüşte ortaya çıkışı her çevre şartlarında her fert için de aynı değildir. Bilimsel olarak, genetik çevre etkileşimi olarak adlandırılır ve geçmiş ataların hangi coğrafyada yaşamış olabileceği bilgisine ulaştırır. Bu anlamda aynı ırka dayalı bir millet homojenliği de tarih boyunca hiçbir millette gerçekleşmemiştir. 

*İslam dini açısından millet; Kuranı Kerim’de  “Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ve dişiden yarattık; Tanışasınız diye sizi kavim (millet, budun) ve kabilelere (boylara) ayırdık” buyuruluyor. Yani insanların aynı dine sahip olsalar da ayrı milletler halinde olması, kendilerine ait, gelenek görenek, kültürel özelliklere sahip olması ve bunlara sahip çıkması, korumasını ifade eden milliyetçilik dini bakımdan sakıncalı olmayıp, ayette belirtildiği gibi Allah’ın o şekilde yaratma iradesinin bir sonucu olduğu görülüyor. Ayette, aynı genetik yapıdan (bir erkek ve bir dişi) yaratıldığımız ifadesi ile bu yönden de ayrışmamızın mümkün olamayacağını anlıyoruz.

Görülüyor ki, ırk üzerinden millet tanımı veya “aynı ırktan millet” anlayışının gerçekleşmesi, bilimsel olarak da tarihi gerçeklik olarak da dini yaklaşım bakımından da mümkün olmamıştır.

Türk ve Türkiye İsimlendirmesi

En bilinen hakanlarından biri Alp Er Tunga olan ve Hunların ataları sayılan İskitler gibi Türk grupları M.Ö.  2000 li yıllarda ortaya çıkmıştır. Hem bu dönemde hem de M. Ö. 209 da kurulmuş olan Hun İmparatorlukları döneminde Hazar denizinin güneyinden Anadolu’ya ve kuzeyinden Avrupa ya yayıldıkları birçok tarihi kaynakta anlatılır. Bu döneme ait Çin yazılı kaynaklarında ilk defa Türk ifadesi geçmektedir. Adında Türk olan ilk devlet ise, 6. Yüzyıldaki Göktürk Devleti’dir. Tarihi kayıtlara göre, Malazgirt, Müslüman olduktan sonraki Anadolu’ya ikinci dalga giriş olarak bildirilir. Bu süreçte kurulan devletlerinin çoğunun adında Türk ifadesi olmamakla birlikte hâkim kültürün ve birlik şemsiyesinin Türk olması nedeniyle, batıda bu devletler ve Anadolu dâhil olmak üzere bu topraklar için Türk ve Türkiye adı kullanılmıştır.

Türkiye tabiri ilk kez 582 yılında Bizans tarihçileri tarafından Orta Asya için kullanılmış, 900' lü yıllarda da Peçenekler zamanında Karadeniz’in Kuzeyine de Türkiye denilmiştir. Memlüklü olarak öğrendiğimiz ve döneminde Mısır, Filistin, Suriye bölgesine hâkim olan ve Moğolları ilk yenen devletin tüm kayıtlarında ve resmi yazışmalarında “Türkiye Devleti” ifadesi kullanılmıştır. Binli yıllardan itibaren Anadolu, Avrupa’nın tüm kayıtlarında Türkiye olarak geçmiştir. Yani Türk ve Türkiye isimleri, ilk defa Cumhuriyetle kullanılmış değildir. Milletimizin binlerce yıllık bu birikimi “Türk Milleti” kimliğini oluşturan süreçlerdir.

Milletimiz, bu tarihi süreç içerisinde asimile ve yok edilme konusunda çok sayıda büyük baskılara maruz kalmıştır. Ancak her defasında yeniden toparlanıp güçlenmiştir. Bunca sıkıntılara maruz kalmış olunmasına rağmen, Türk devletleri hiçbir döneminde, hâkimiyeti altında olan hiçbir milletin kimliğini bozmamıştır. Avrupa’da, Balkanlarda, Ortadoğu da, Afrika’da, milletlerin kimliğini korumuş olması Türk Milleti’nin bu hoşgörüsü sayesindedir.

Türk ve İslam Kavramları Kaynaşması

Türk ve İslam kavramlarının milletimiz gönlünde ve kültüründe kaynaşma durumunu sembolik anlatımla ifade edecek olursak; Milletimiz, Hz. Ali ve Hz. Hamza gibi kahramanların, millet hafızasındaki destansı kahramanlıkları ile Oğuz Kaan’dan günümüze, Türk Milleti’nin kahramanlarına aynı heyecanla sahip çıkarak, aynı kültürel aidiyette birleştirmiştir. Anadolu’da herhangi bir köye  bir yabancı geldiğinde; duyanlar olmuştur; onunla ilgili bilgi almak, tanımak için ilk soru “Türk mü, gâvur mu” olur. Türk ve Müslüman kavramlarının iç içe geçmiş, kaynaşmış olduğunu ifade eden bir söylemdir. Osmanlı döneminde Türk kavramının pek öne çıkartılmamış hatta baskılanmış olduğu hakkında değişik derecelerde eleştirileri duymuşsunuzdur. Bu dönemde Boşnakların Müslüman olmasıyla sadece dinleri değişmiş olmasına rağmen, batının düşmanlıklarını ifade tarzlarının bunlar Türk oldu şeklinde olması, kaynaşmanın sadece bizim söylemimizle sınırlı olmadığının bir örneğidir.

Günümüzde de birbirlerine karşı görünen, hatta düşman olduklarını sandığımız Rusya, Çin, Amerika, İngiltere, Avrupa Birliği, İran, İsrail, Arap devletlerin Türk Milletinin menfaatine olan konuları engellemek ya da milletimize zarar verme konusunda hızla bir araya gelip, birlik olup karşımıza çıkmalarının verdiği mesajı iyi anlamak gerekir. Batının “medeni” ülkelerinde İslami değerlere saldırılarda Türk elçilikleri, Türk bayrakları, Türk mekânlarının hedef ve muhatap alınarak yapılmakta olması da bunun bir göstergesidir. Arap ülkelerinin umursamaz tavrına bakınca, Filistin’deki İsrail zulmünü durdurma, çözme, umudunun hatta müdahale beklentisinin bu ülkelerden değil de, Türk Milletinden olabileceği ihtimalini görüp batı ülkelerinin buna karşı tedbirler almakta olmaları da bu algının sonucudur.

Kendimizi Nasıl Tanımlıyoruz

Milli aidiyetlerimize ait kavramların içi boşaltıp saptırılarak kafalar, bilgiler, algıların bulanıklaştırıldığı garip bir sürece sokuluyoruz. İnancı ifade etmek için, adeta hangi gruptan olduğunun belirtilmesi, Müslümanım demekten daha öne geçmeye başlamış durumdadır. Millet aidiyeti olarak da Türk Milleti, Türküm diyemeyip “mozaik’ in” içindeki hangi küçük çakıl taşı olduğumuzu ifade ile etmek noktasına doğru hızla gidiyoruz maalesef.

Ailedeki fertlerin isimlerinin farklı olması onların farklı ailelerden olduğu anlamına gelmeyeceği gibi, binlerce yıldır yaşadığımız coğrafyada hep beraber oluşturduğumuz değerlere sahip çıkan, aidiyet duyan, geleceğini, kaderini birlikte gören herkes Türk Milleti ailesinin şerefli bir ferdidir ve Türk’tür. Dünya’da “Türkler olmasaydı tarih diye bir şey olmazdı” denilirken, farklı aidiyetler oluşturmaya çalışanların perde arkasındaymış gibi görünen bölücü amaçları artık açıkça da söylenir hale gelmiştir. 

Birbirleriyle alakası olmayan insan gruplarının devlet ve millet olma şuuruna erişme bakımından en eskisinin geçmişi 400 yılı bulmazken, 4000 yıldır Millet ve Devlet olma birikimine ve şuuruna sahip olan Türk Milleti üzerinde bütün bu oyunları oynayabilecek ortamı buluyor olmaları üzücüdür. Düşmekte olduğumuz gafletin de bir göstergesidir.

Çare Birlik Olmakta

Cumhurbaşkanlığı’mızın forsunda da görüldüğü gibi, devletin sonsuza kadar sürmesini ve tarih boyunca kurulan her Türk Devletinin kendinden öncekinin devamı demek olan Devlet Ebed Müddet” ifadesinin gereği, tarih sahnesinde varlığımızı sürdürmemizin en büyük teminatı; binlerce yıllık birikimle oluşan Türk Milleti kimliğine sahip çıkmaktır. Oluşturulmaya çalışılan ayrışma ve parçalanma tuzağına düşmemektir. Türk Milleti kimliğinin kuşatıcı ve koruyucu şemsiyesi altında asırlardır birlik içinde bulunmak, her toplum için var olabilmenin tek yolu olmuştur. Bundan sonra da böyle olacaktır. Yanlışlar varsa hep beraber düzelteceğiz, eksikler görüyorsak hep beraber tamamlayacağız. Birliğimize sahip çıkıp güçlü devlet ve güçlü millet olacağız.

Gözümüzün önünde çok güzel laf ve vaatlerle bölünüp parçalanmış onca millet ve devlet varken, gaflete düşer, birlik olmazsak; üstte mavi gök de çöker, alta yağız yer de delinir, düşmanlarımız için küçük ve kolay lokmalar oluruz.

Allah, Milletimizi ve Devletimizi daim eylesin.