Yaz sezonunda farklı konulara değinelim düşüncesiyle böyle bir yazı ile huzurunuza çıkmış olduk. Sıkılmadan okuyacağınızı umarım.

172_ali_ayar

“Bir şey hayal edilebiliyorsa, gerçekleştirilmesi mümkündür.”   

İmkânsız görünen işlerin bile başarılabileceğini ifade etmek için söylenen  “bir şey hayal edilebiliyorsa, hayale sığdırılabiliyorsa gerçekleştirilmesi mümkündür” yaklaşımını beğenirim.  Bunun için de bilimsel birikimin yanı sıra, hayal gücünü genişletecek, büyütecek kültürel birikimin geniş ve derin olması gereklidir. Tarihsel sürece baktığımızda da insan için sadece “hayal” gibi, görünen birçok şeyin gerçekleştiğini ve halen gerçekleşmekte olduğunu görüyoruz.

Geçmişe ait hikâye, efsane, mitolojik birikimler, inançlar, sosyal davranış ve ritüel ortaklaşmasının çokluğu ve eskiliği, milletlerin ne kadar büyük ve uzun bir tarihsel derinliğe, mirasa sahip olduklarını gösteren ve kişilerin mensubu oldukları milletlere olan aidiyet duygularını arttıran, kuvvetlendiren kültürel öğelerdir. Bunlar, toplumun çeşitli konulardaki reflekslerini, üzüntülerini, gelecek beklentilerini ve genel olarak da yaşam şekillerini belirleyen unsurlar olarak görülür. Geçmişten gelen bu kültürel mirasın ana materyalini doğa olayları, savaşlar, kahramanlıklar, büyük zaferler, felaketler, uzayın bilinmezlikleri, göçler veya iklimsel etkiyle yaşanan coğrafyanın değişmesi, inançların değişmesi hayvancılık, ziraat, su, göl, deniz, gökyüzü ve buralarda bulunan ya da olduğu varsayılanlar bu anlatıların temel malzemesi olmuştur. Bunların bazıları tamamen hayal ürünü olduğu gibi, bazıları da gerçek durumların abartılı ve milli aidiyeti okşayacak tarzda köpürtülerek anlatılması tarzında da görülmektedir. Bunlar atalara ve kültüre bağlılık anlamında ya olduğu gibi ya da zamana göre adeta güncellenmiş olarak devam ettirilmektedir.

Günümüzde de teknolojik ürünlere, bilimsel terminolojideki tanımlamalara, hatta gezegenlere adları konularak “yaşatılmakta”dır. Yazılı belgelerin ortaya çıkmasıyla çoğunun gerçeklik ve doğrulukları konusu tartışmalı olsa da, bunun üzerinde pek durulmadan, kültürel değer olarak kabul görme durumu pek değişmemektedir. Bunun tesadüfen yapılamadığı, aksine o millete ya da kültüre aidiyeti belli eden ve aidiyeti kuvvetlendiren unsurlar olarak bilinçli olarak yaşatıldığı görülmektedir.

Paganist Dönem Kavramların Kullanılması; Paganizm, doğanın yüceltilmesini temel alan bir grup din ve dinsel gelenek olarak tanımlanır. Genelde, doğada gözlemlediğimiz varlıklara 'tanrısallık' atfeden inanç sistemleridir.

Batı dünyasındaki kültürel aidiyete ait masal, hikâye, efsane, mitolojik tanımlamalara ait kişiler, kahramanlar, doğaüstü güçlere sahip varlıklar büyük ölçüde eski yunandaki paganist döneme aittir. Bu tanımlamalar Hristiyanlık dinine aykırı görünse de Hristiyan ülkelerin tamamındaki milletlerce kültürel aidiyet anlamında hala kabul edilmekte ve her vesile ile bu isimler yaygın kullanılarak yaşatılmaya çalışılmaktadır. Bu ifadeyi abartılı görenlerimiz olabilir. Gelin bazı örneklerine beraber bakalım; Hypnos; uyku tanrısı; hipnoz,  Morpheus;  rüya tanrısı, morfin,  Phantasos; rüya tanrısı; fantezi, Pan; canlıların karşısına aniden çıkıp korkutan kır tanrısı, panik. Thyphon; fırtına tanrısı, tayfun, tufan,   Narcissus; kendine âşık bir karakter, narsisizm. Boreas; rüzgâr tanrısı, bora. Hygieia; sağlık tanrıçası, hijyen. Nike; çok hızlı koşma yeteneğine sahip zafer tanrısı. Nektar; tanrıları ölümsüzleştiren içecekler. Khaos; evren yaratılmadan önce var olan boşluk, kaos. Echo; eko, peri kızı. Eirene; güzel sesleriyle şarkı söyleyip denizcileri büyüleyen yaratıklar, siren. En büyük gezegene en büyük tanrının adı Jüpiter (Zeus), en güzel görülen gezegene Venüs (Afrodit), en kızıl görünen gezegene Mars (Ares) denilmiştir. Deniz tanrısı Neptün (Poseidon).  Pluton (Hades) yer altı tanrısıdır.

Bunlar ilk anda akla gelenler. Biraz araştırdığınızda batı toplumlarının mitolojik dönem kültürlerine ait, yüzlerce hatta binlerce tanımlamanın sosyal hayatta, ilimde, sanatta yaygın olarak kullanıldığını görmemiz mümkündür.

Tek Tanrılı Dinler Dönemi; Tek tanrılı dinlerde dinin temel öğretileri, anlatıları ve kurallarından kaynaklanan terimlerin kullanımı doğal olarak yaygındır. Ancak, Yahudilik ve Hristiyanlık teolojilerinde inancı pekiştirmek, korku vermek amacıyla olaylara aşırı eklemeler yapılarak abartılı hale getirilmesi ya da asılsız, uydurma efsane olaylar, kişiler, mekânlara ait isimler de günümüzde paganist dönem kavramlarında olduğu gibi kullanılarak yaşatılmaktadır. Öyle ki bu uydurma ya da abartılı anlatımların Yahudilik ve Hristiyanlıktaki temel inanç unsurlarını büyük ölçüde tahrip ettiği, bu inançlara sahip pek çok kişi tarafından da dile getirilir. Bunların çoğunun “modern” dediğimiz günümüz batı toplumlarında bilindiği halde, kültürel bir hegemonya aracı olarak ısrarlı bir şekilde kullanılıyor olması dikkat çekicidir.

Bazı konuları izah anlamında da olsa bir takım İslami ilimlere de sızması, kullanılması sonucu İslam âlimlerince, “israiliyat” kavramı altında toplanan bu aktarımların dini metinlerden çıkartılması konusunda çalışmalar yapılması ihtiyacını doğurmuştur. Başlangıçta Kur'an-ı Kerim'in açıklanması hedefine yönelik olarak makul görülüp revaç bulmuştur. Zamanla bu hedefin tam aksi bir sonuca dönüşmeye başlaması ve özellikle de, Kur'an tefsirlerini “istila” etmeye başlamasıyla bunların ayıklanması gerektiği İslam âlimlerince yapılan uyarıları da beraberinde getirmiştir. Bilhassa Kur'an kıssalarında detaylı açıklanmayan ve aslında bu detayların bilinmesinin de insanlara hiçbir fayda sağlamayacağı hususlarda bu anlatıların bolca kullanıldığını görülmektedir. Bu nedenle İslam dini kapsamında Kuran’da ve Hadis’lerde detay verilmeden öz olarak bahsedilen kıssa, olay ve anlatıları “israiliyat” denilen doğrulanmamış bilgilerle detaylandırarak yapılan anlatım ve aktarmaları dinin temel inanç sistemlerinden /esasından olmadığını bilerek temkinle dinlemekte, okumakta yarar var. Anlatılan olayla ilgili gerçek ve doğru olan kısmı Kuran’da ve Hadis’te anlatıldığı kadar olanıdır.

Bizde Durum Nedir; Pek çok yabancının Türkler hakkındaki düşünceleri, Alman İktisatçı Fritz Neumark şu sözünde özetlenmiştir; “Türkler pek farkında değil ama, Avrupalılar şu gerçeğin farkındadır; tarihten Türkler çıkarılırsa, ortada tarih diye bir şey kalmaz.” Çalışmalar göstermiştir ki; Milletimizin tarihin en önemli parçası olması nedeniyle hikâye, efsane, mitolojik yer/mekân/ kişi tasvirleri, masallar gibi sözlü olanların yanı sıra kitabeler, yazıtlar, kurgan (mezar) lardaki bulgular, çeşitli kaynaklardan gelen yazılı belgeler, anlatımlar da bu büyük kültür birikiminin oluşturduğu mirasa yaraşır şekilde çok ve çeşitlidir. Milletimiz açısından sözlü yazılı kaynaklardan bu güne ulaşan bu değerleri sahiplenme ve kültürel anlamda yaşatma konusu çeşitli gerekçelerle üretilen anlaşılmaz yaklaşımlarla karışık bir hale getirilmiş, adeta yasak bölge konumunda bir alana sıkıştırılmıştır. İslam’dan önceki döneme ait bu kavramların kullanılması milletin kültürel birikimine sahip çıkma ve aidiyet olarak değil de, din dışılık ya da ırkçılık olarak yaftalayabilmektedir. Bu konuda birkaç örneğe bakalım; Oğuz Kağan Destanına, Ergenekon Destanına ve bunların içinde geçen kahramanlar, canlılar ve mekân isimlerine kültürel bir sahiplenme ve bağlılıkla yaklaşanlara karşı “ırkçılık” iddiaları ya da etiketlemeleri yapılırken; Roma’yı kurduğu söylenen, kurtların büyüttüğü kardeşler hikâyesi hayranlıkla dinlenir. Türk milletinin ve kültürünün yaygın olduğu tüm coğrafyaların adeta ortak bayramı niteliğinde olan Bahar bayramı (nevruz) kavramları, uygulamaları ve söylemleri millet bütünlüğünde ele alındığında ırkçılık olarak tanımlanırken; diğer yandan da bazı gruplarca sahiplenilmeye çalışılarak kendilerince bir geçmiş birlikteliği kavramı oluşturularak başka bir kültürel kökene aidiyet oluşturma propagandalarına malzeme edilir hale getirilmeye çalışılmaktadır. Dini alandan bir örnek olarak; Hz. Ali ve Hz. Hamza’nın kahramanlık ve destansı anlatımları dine uzak olanlarca dincilik dışlamasıyla, Müslümanlar arasında ise, farklılaşan grup/gruplar olarak etiketlemesi ile karşı karşıya kalındığı görülmektedir.   

İslam öncesi Türk mitolojisindeki yaratıkları, kahramanları, mekânları, doğa olaylarını, İslam’ı kabulden sonrasında ise İslam’ın değişmez temel inanç sistemleri ve kuralları dışındaki olayları efsane, destan, masal ve hikâye tarzında ve biraz da abartılı bir şekilde ele alarak yapılan anlatımları, kültürel bir miras olarak kabul etmek de kimseyi dinden çıkarmaz.  Aksine, hayal dünyamızın, edebiyatımızın ve sanatımızın gelişmesine katkısı olur. Hayalci olmakla hayal gücünün zengin olması arasındaki farkı fark etmekte fayda var. Çünkü bu kültürün kaynaklık yaptığı ilhamın, hayal dünyasının ve düşünme derinliğinin verdiği motivasyonun her türlü edebiyat eserinde, sanatta ve hatta bilimde büyük etkisi vardır.

Başka toplumlara ait bu kavramlar, günlük hayatımızda, bilimsel terimlerde, konuşma dilimizde, filmlerde, çocuklarımıza anlattığımız masallarda, hikâyelerde destanlarda, giysilerimizde taşırken, bilimsel tanımlamalarda kullanılmasından, şirket isimlerini ve işyeri tabelalarını istila etmesinden rahatsız olmazken, bu adları taşıyan markalara aşırı rağbet göstermeyi normal karşılarken; Milletimizin ortak kültürüne ait bu tür kavramlardan, isimlerden kaç tanesi aklımızda ve günlük hayatımızda şöyle bir düşünelim mi?  

Geçmişten bu güne adeta kelimelerle kodlanmış bu büyük kültürel mirasa sahip çıkarken; inançları ve bilimsel çalışma sistematiğini, efsaneler ile karıştırmadan kendi mecrasında değerlendirmek ve hayal gücümüzü, düşünce dünyamızı derinleştiren, geliştiren kültürel değerler olarak görmekte, kullanmakta yarar vardır.