İyilik, hem kişisel ve hem de toplumsal huzuru birlikte arttırırken, her türlü huzursuzluğu ve kötülükleri ise, azaltıp yok etmeye yönelik söz ve davranışlardır. Bunu sağlamanın yolu “iyi insan” yetiştirmektedir...

ali ayar

Ramazan mevsimi dolayısıyla manevi muhasebe ve özeleştiri yapma ihtiyacı çerçevesinde bu konuyu tekrar gözden geçirmemizde hem bireysel, hem de toplumsal olarak fayda vardır.

Birçok ideoloji ve inanç sistemleri, “iyi insan” yetiştirmenin kendi öğretileri ile mümkün olabileceği iddiası ile ortaya çıkarlar. İdeolojik yaklaşımlar sadece dünya hayatı için bu hedefleri koyarken, semavi dinler ise her iki dünyada da mutlu olma hedeflerini gösterirler ve bir takım kurallar koyarlar. Bu kurallara uygun davrananlar iyi insanlar olarak tanımlanır. Ayrıca, hangi işi yaparsa yapsın hangi makamda olursa olsun iyi insanın en iyisini yapacağı beklenir.

Günümüzde sonuçları itibari ile toplumda olumlu etkileri olduğu görülen ve hangi inançtan geldiğine bakılmaksızın bireysel ve toplumsal huzur sağlamada etkili olduğu kabul edilen evrensel haklar ve ahlaki değerler anlayışı oluşmuştur. Yaşama, kişi özgürlüğü ve güvenliği, yasa önünde eşitlik ve adil yargılama, özel yaşamın, aile yapısının, evin ve onurun dokunulmazlığı, mülkiyet, barış içinde toplanma ve bir örgüte üye olmaya zorlanmaksızın örgütlenme, işini özgürce seçme, adil ve elverişli koşullarda çalışma,  eğitim hakkı vb. evrensel haklar olarak sayılmaktadır. Mutluluk, dürüstlük, alçakgönüllülük, işbirliği, özgürlük, sevgi, barış, sadelik, hoşgörü, birlik, merhamet, şefkat, cömertlik, nezaket, empati, başkalarının kişiliğine ve hakkına saygı, adalet, güvenirlik, doğruluk, sorumluluk, duyarlılık, çalışkanlık vb. ise, evrensel ahlaki değerler olarak sıralamamaktadır.

İslam, hem bu dünyada hem de ahirette huzura ve mutluluğa ulaşmak için iyi insan olmanın en iyi rehberini sunmaktadır. Bu rehberi kullanma yolunda Müslümanlar da dâhil, insanlığın yeterince gayretli olmadıkları da bir gerçektir. “Müslümanlar” açısından iyi insan yetiştirme ve toplumsal huzur yaklaşımının temelini İslami öğretilerin oluşturması beklenir. Belli dönemlerde bu durum gerçekleşmiş olmasına rağmen, kişisel ibadetlere ve ağırlıklı olarak kişi ile sınırlı tercihlere bırakılarak, İslam’ın toplumsal huzuru ve düzeni sağlama konusundaki öğretilerinin pek öne çıkarılmadığı dönemlerde toplumsal yaşama etkileri azalmıştır. “İnanan” kişilerin toplumda huzursuzluğu, kötülüğü azaltan, iyilikleri ve güzellikleri arttıran etkisinin doğal olarak olacağı beklentisi olsa da pratikte bu her zaman tam olarak gerçekleşememektedir. İstatistiki verilerde, çoğu Müslümanın ibadetler kısmında bile gereğini yapmadığı belirtilmektedir.

Kuran’ı Kerim’ de namaz kıldığı halde İslam’ın men ettiklerini yapanlar için “vay o namaz kılanların haline ki” diyerek yapılan yanlışlar anlatılıp uyarılmaktayız. İslam’ın bireysel ve toplumsal düzen ve huzur öğretilerinin sanki İslam’ın kuralları ve emirleri içerisinde değilmiş ve bize hitap etmiyormuş gibi davranıyoruz. Adil olmak, sözünde durmak, güvenilir olmak, komşu ve akraba hakkını gözetmek, selamlaşmak, güler yüzlü olmak, liyakate önem vermek, insanlarla irtibatta yumuşak tonda ve nazik olmak, dedikodu, gıybet yapmamak, yalan söylememek, kul hakkına girmemek, emanete ihanet etmemek, kamu/devlet malına zarar vermemek, ticarette/alışverişte hile yapmamak, stokçuluk yapmamak, aldatmamak, kimsenin malına canına aile mahremiyetine zarar vermemek, insanlar arasında ayırım yapmamak, iftira atmamak gibi birçok kuralın İslam öğretisi içinde olduğu halde, pek umursanmadığına maalesef hepimiz şahit oluyoruz. Üstelik Müslüman etiketi almış olmanın, kurtuluş için yeterli olduğu sanılarak diğerlerini sapkın, yanlış yolda ve cehenneme gidecekler olarak tanımlama yetkisinin de kendimize verildiği duruş yaygındır.

Bu tavır eleştirildiğinde “namaz, oruç başka, bu işler başka” diyerek İslam’ın hoş görmediği toplumsal tavırlardaki pervasızlığımızın, İslam ve Müslüman algısını yanlış yansıtan tavırlar olarak özellikle gençler ve İslam’ı tanımaya çalışanlar üzerinde olumsuz etkileri olmaktadır. Müslüman olmanın, bazı şekli ibadetleri yapmakla birlikte toplumsal huzuru bozucu söz ve davranışın, ahlak dışılıkların adeta tarafı gibi olmanın ya da bunları hoş görmenin hatta yapmanın normal olduğu anlamına geldiği gibi yanlış bir İslam algısına da neden olabilmektedir. Bir de kendi sapkınlıklarına İslam’dan referans göstermeye çalışanların ipini pazara çıkartmak da “samimi” Müslümanlar için önemli görevlerden biri olarak ortada duruyor. 

Müslümanlığı kabul eden ve Yusuf İslam adını alan Cat Stevens, ‘Ben Kuran’ı okuyarak Müslüman oldum, önce Müslümanları tanısaydım olmazdım’ diyerek, tüm dünyada İslam’ın görünürlüğünü sevimsiz hale getiren “Müslümanlar” dan şikâyet ettiğini unutmamak lazım. Müslüman olmayan bazı ülkelerde bizim kültürümüzün öngördüğü tavrı sergileyenlere “şu ahlaka, sorumluluk duygusuna bak” deyip imreniyoruz. Yaptığı seyahatin dönüşünde kendisine sorulan "Avrupa nasıl" sorusuna merhum Mehmet Akif şu cevabı verir: ''Nasıl olsun, gördüğüm kadarıyla işleri var dinimiz gibi, dinleri var işimiz gibi! " Bu sözün, bugün halen güncelliğini koruyor olması ne kadar acı bir durum.

Toplumun huzurunu sağlamaya yönelik emirlerine aldırış etmeden, üstelik tam tersini yapıyorken İslam savunuculuğu yapıldığı iddiası da, izah edilebilir bir samimiyetsizlik değildir. Bu konuda çoğunuzun duymuş olduğunu sandığım ülkemizden bir hikâyeyi hatırlayalım; 70’li yıllarda ideolojik yaklaşımların illeri, bölgeleri ayrıştırmaya çalıştığı dönemde, bir ilimizden gelen otobüsü kendi illerinden geçerken durduran gençler, dinden uzak olduğunu düşündükleri yolculardan Kuran’dan kısa bir sureyi okumasını isterler. Yolcu okumaya başlayınca soran kişi kendisi de bilmediği için, o sureyi bildiğini düşündüğü bir başka arkadaşını çağırıp “dinle bakalım doğru okuyor mu?” der. Gülüp geçtiğimiz bu durum aslında tam da halimizi anlatmıyor mu?

Evrensel hale gelmiş ve zaten çoğu baştan beri İslam’ın emirleri içinde yer almakta olan kuralları, belki de ibadetlerden önce ya da onlarla birlikte öğretecek tarzda İslam’ı öğretme, öğrenme konusunda yöntemimizi yeniden düzenlemek gerekiyor sanırım. Aksi halde, az ya da çok ibadet eden ya da sadece Müslüman olduğunu sözde belirten ve fakat aynı zamanda da İslam’ın yasakladığı çirkinlikleri yapan ve bunu normal gören bir Müslüman tipi standartlaşmaya başlıyor. Bu durum Müslümanlara, İslam’ı kötü temsil etme ve toplumsal huzursuzluğun artmasında vebal ve sorumluluk yüklemektedir. Çünkü Allah (CC), Müslümanlar için, “sizler insanlar içinde ortaya çıkartılmış, iyilikleri emreden (arttıran), kötülüklerden alıkoyanlarsınız ve Allaha inanırsınız” buyuruyor. Çok açık değil mi; Müslümanlar iyilikleri arttıran kötülükleri ise azaltan ve yok eden, dünyada huzuru ve güveni tesis edenler olmalıdır.

İslam’ı temsil edemeyen ve güzelliklerini kişisel ve toplumsal hayata yansıtamayan ve üstelik yanlışlarını, ikiyüzlülük ve samimiyetsizliklerini İslam’ın arkasına saklanarak masum göstermeye çalışıp, insanları İslam’dan uzaklaştıran günümüz Müslümanlarının bu yanlış tavırlarına bakarak İslam’ı değerlendirmemek gerekir. İslam’ı iyi temsil edememe bakımından, tüm dünya ülkelerindeki Müslümanlar olarak maalesef birbirimizden çokta farklı değiliz. İslam’ı doğru anlama, yaşama, toplumdaki doğruları, güzellikleri, mutlulukları arttırma, yanlışları, çirkinlikleri, mutsuzluk ve huzursuzlukları azaltma yolunda geçmişi ne olursa olsun İslam’ın daveti her insana açıktır ve kimsenin tekelinde olmadan açık olmaya devam edecektir. 

İslam’a girişin ilk şartı olan kelime-i şahadet; Allah’tan başka ilah tanımadığımıza, Muhammed (SAV) in peygamber olduğuna inandığımıza ve onun vasıtasıyla bize tebliğ edilen İslam’ın gereklerinin tümüne uyacağımıza dair bir söz vermektir. İslam’ın diğer hükümleri, başlangıçta verdiğimiz bu sözün gereğini yapmaktan ibarettir. Her şeyden önce ve öncelikle Allah’a (CC), verdiğimiz bu sözü tutmamız gerektiğini öğrenmek/öğretmek gerekiyor sanırım.

Evrensel kabul gören gerçek şu ki; toplumda, ailede ve kişisel olarak samimiyetin, huzurun, güvenin, başarının, gücün temel şartı “iyi insan” yetiştirmektir. Uygulamadaki samimiyetimiz ölçüsünde etkilerini görebileceğimiz “iyi insan yetiştirmek için en iyi program” ise, kâinatın yaratıcısı tarafından insanlığa gönderilen İslam’ dır.

Allah (CC), Ramazan ikliminde öz eleştiri yaparak kendimize gelmemizi, verdiğimiz sözü tutup iyi insan olmayı başararak iki cihanda da huzurlu, mutlu, başarılı olmamızı nasip eylesin.