Konfor; insanların ve toplumların mal, mülk, para, gibi yaşamlarını kolaylaştıran maddi açıdan eriştiği rahatlık ve güç olarak tanımlanır...

WhatsApp Image 2023-04-10 at 12.43.02

Bizden öncekilerin hazırladığı, ya da gayretimiz ölçüsünde yapabildiğimiz mücadeleler ve çalışmalar sonucunda ulaşabildiğimiz ölçüde bir “konfora” sahip oluruz. Her iki durumda da sahip olunan konforun rutinlerine razı olup yeni hedefler için mücadele edilmezse konfor ortamı, bireysel ve milletler açısından her hâlükârda korunabiliyor mu ve yeni başarılar getiriyor mu?

Milletlerde ve devletlerde konfor ve başarı ilişkisi;

Buna en güzel örnek İbn-i Haldun’un devlet teorisinde geçer. Buna göre devletler de tıpkı insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölür. Buna göre, devletin geçirdiği aşamaları beşe ayırır;

1- Kuruluş aşaması; mevcut güç odaklarına karşı malla, canla yapılan çok büyük bir mücadelenin, gayretin ve fedakârlığın sonucu elde edilen başarı ile vatanın sınırları belirlenmiş ve devlet kurulmuş olur. Bu aşamada lider, hükümdar ya da kraldan çok mücadele eden halkın bir ferdi, şefi konumundadır ve halk ile arasında bağın çok güçlü olduğu dönemdir.

2- Hükümdarın iktidarı tekeline alma aşaması; Hükümdar, kendisinin başa gelmesini sağlayan doğal dayanışmayı tasfiye etmeye başlar, onunla güç paylaşanları ortadan kaldırır, halka dayalı dayanışma yerine doğrudan kendisine bağlı asker ve bürokratlardan oluşan bir grup oluşturmaya başlar. Bunların dışında bilginlerden oluşan danışmanlar da bulur. İbn-i Haldun'a göre bilginler, en kötü siyasal danışmanlardır ve sadece bilim ile meşgul olmaları gerekir. Siyasi alandaki asıl yararlı olan öğütleri ise halkın içinden "ortalama zekâya sahip, alelade kişiler" verir.

3- Lüks ve debdebe aşaması; Ekonomik refahın arttığı, kültürel unsurların geliştiği bu aşamada hükümdar kişisel gelirini artırmak, devletin mali kaynaklarını artırmak için yapılan düzenlemeler ile ekonomik refah artar. Kentleri güzelleştirmek için süslü, şatafatlı binalar, anıtlar yaparlar.

4- Doyum, tatmin ve kendini beğenme aşaması; İstikrarın egemen olduğu, yönetimde yenilikçi hiçbir girişimin olmadığı, eski yönetimlerin taklit edildiği ve bundan ayrılmanın devleti yıkacağına inanılan bir aşamadır. Hem yönetenler hem yönetilenler bu istikrar ve refahın ebediyen devam edeceğine, yenilmez ve erişilemez olduklarına inanırlar. Rakiplerine karşı kibirli, küçümseyicidirler.

5- Sefahat, israf ve çöküş aşaması; Kibir ve rakipleri küçüksemenin pik yaptığı nokta çöküşün de başlangıcıdır. Hükümdarın ekonomik ve toplumsal olayları kişisel arzularına göre yönetmeye çalışmasıyla, devlette iyileşmesi mümkün olmayan “hastalıklar” ortaya çıkar. Hükümdarın lüksünü ve desteğini, “satın almış olduğu” ordu ve bürokrasinin desteğini sürdürebilmesi için vergileri artırması gerekir. Artan vergi oranları ekonomik faaliyetlerin azalmasına neden olur ve hükümdarın amacının tersine devlet gelirleri azalır. Halkın, devletten beklentileri zayıflar ve umutsuzluk yayılır. Ekonomik faaliyetler duraklar, insanlar uzun vadeli planlar yapamaz olurlar. Doğum hızı geriler, kalabalık kentlerde nüfus ve çevre sorunları ortaya çıkar. Devletin imkânlarını şahsi menfaat ve otorite elde etmek için kullanma mücadelesi ve kavgaları artar ve devlet çözülmeye başlar. 

İbn-i Haldun’a göre; sefahat, israf ve kibir aşamasına girilmeden, yeni heyecan verici hedefler için mücadele etme motivasyonu oluşturulamaz, mücadele azmi kaybolur ve halkı ile bağlar zayıflarsa devletin ömrü ortalama 120 yıl sürer. Dışardan gelen mücadele azmi güçlü, genç, sağlıklı bir topluluk tarafından istila edilir ve çürüyen devlet yapısı ortadan kaldırılıp yenisi kurulur.

Bilimin gelişmesi sürecinde, keşiflerde, icatlarda konfor ve başarı ilişkisi;

Bilim insanları, mucitler ve kâşifler, çocukluk dönemlerinden itibaren olaylara farklı bakar ve değerlendirir. Çocuklukları, eğitim ve okul süreçleri, yaşam tarzları toplumun kabul ettiği rutinlere uymadığı için genel olarak adeta toplumdan dışlanırlar. Tarihsel sürece baktığımızda hemen hiç biri bilime katkısı, keşfi, buluşunun getirdiği ilave bir konfora sahip olmadan hayattan göçüp gitmişlerdir. Çoğunun ömrü bilimin bilinmezliklerinin, hayat şartlarının, yöneticilerin, bilim karşıtlarının önlerine çıkardığı zorluklarla mücadele içinde geçmiştir. Belki de bu zorlukları aşma azimleri, başarılarının itici gücü olmuştur. Başarılarının konforunu yaşamak ise, kendilerinden sonrakilere kalmıştır. İnsanlar, ölümlerinden sonra onların değerlerini anlamaya çalışırlar.

George Bernard Shaw bu konuyu, (insanların doğru bulduğu söz ve davranışlarda bulunan) “makul” insanlar, kendilerini dünyaya uydurur. Makul olmayanlar ise dünyayı kendilerine uydurmaya çalışmakta ısrar ederler. Bu nedenle tüm ilerlemeler, gelişmeler makul sayılmayan bu insanlara bağlıdır” diye ifade etmiştir.

Bilim insanlarının desteklenmesi ve finansmanı çeşitli kaynaklarca yapılıyor denilebilir. Ancak, bu finansman, bilimsel çalışmalarda önlerine çıkan engelleri gidermek şeklinde değil de rehavete sürükleyecek bir konfor hedefine yönelik olduğunda, buradan bir başarı çıkmamıştır. Her kültürde olduğu gibi milletimizin, kadim kültüründeki anlayışına göre de; bilim insanlarının hükümdar dâhil, maddi manevi her türlü güç odağının etkisinde kalarak, bilimsel doğruların, etiğin dışında sadece “sahipleri” nin duymak istediklerini söyleyerek konforlu hayat sağlamaya çalıştıklarında, bilim insanı olarak görülmezler ve buradan “bilimsel” bir başarı da çıkmamıştır.

İnançlar ve ideolojilerde konfor ve başarı ilişkisi;

Tüm ideolojiler ve ilahi kaynaklı olsun ya da olmasın tüm dinler bir kişi ile başlamıştır. Peygamberler içinde bulundukları toplumun bozulmasını, insani değerlerin çürümüşlüğünü düzeltmek için görevlendirilmeden önce de, toplum içerisinde mütevazı ve dürüst bir çizgiye sahip kişiler olarak yaşamışlar, toplum tarafından güvenilir insanlar olarak tanınmışlardır. Peygamberlik görevi başladığında toplumdaki tüm yanlışlıkları, bozulmaları dile getirip adil ve insanca bir hayat için tebliğe başladığında en büyük tepkiyi ve düşmanlığı hali hazırdaki sistemin konforundan beslenen, güç alan kişi ve gruplardan görmüşlerdir. Dürüst ve güvenilir olduklarını bildikleri halde yalanlama, tecrit, tehdit, suikast girişimleri de taraftarların çoğalmasını engelleyememiş ve savaşlar meydana gelmiştir. 

Peygamberlerin, mücadeleleri fakirlerin yanı sıra zenginleri de etkilemiştir. Zenginlerin kendilerine katılmasını ya da devletin zenginleşmesini kendi hayat konforlarında herhangi yükseltme amaçlı asla kullanmamışlardır. Dine inanlar çoğalıp, refah artmaya başladığında görevi tamamlanmış olarak dünyadan ayrılmışlardır. Kendi kazançları ile geçimlerini, sağlamışlar ve mücadelenin başladığı ilk günlerdeki mütevazı hayat tarzları değişmemiştir. 

Peygamberlerden sonra dini yayma amaçlı gruplar ve kişilerden, gerçekten aynı samimiyet ve tevazu içerisinde faaliyet gösterenler olduğu gibi, bu faaliyetlerden menfaat devşiren, konfor içinde yaşamak için bir mekanizma olarak çalıştıran şarlatanlar ve bu inancı içerden yıkmak için öyle görünen “düşmanlar” da çok yaygındır. Bu son iki durum da o inanç sistemine ve inananlarına en büyük zararı vermektedir. Buradaki en önemli ayıraçlar, körü körüne bağlılık değil sorgulayıcı yaklaşım ve inancın söylemi ile onu temsil ettiğini iddia edenlerin söylem ve yaşam tarzlarının uyumlu olup olmadığıdır.

Semavi dinlerin dışındaki ideolojiler de, ilk başlatıcısının samimiyeti, sözleri, mütevazı hayat tarzından etkilenme sonucu büyütülmüş yaygınlaştırılmıştır. Bir süre sonra ise, bunlar yine bazı kişi ve grupların kişisel menfaat sağlama mekanizmaları haline dönüştürülmüştür.

Sonuç olarak;

Başarılar çok çetin mücadelelerle elde edilebiliyor. Bu başarıların getirdiği refahın konforu ile kibir ve rehavete düşüldüğünde, hem yeni başarılar sağlanamıyor hem de mevcut statü korunamıyor ve gerileme çöküş başlıyor. Kişisel alanda mütevazı bir hayat tarzı ile yetinmek, ruhsal huzur bakımından yararlı görülüp tavsiye edilir olsa da milletlerin ve devletlerin acımasız rekabetinde, toplumsal düzeydeki hiçbir başarıyı ve gücü yeterli görüp rehavete kapılmamak gerekir. 

Zorluklar ve kolaylıklar (konfor) bakımından, insanın bireysel ve toplumsal yaşam sürecindeki döngüsünü tanımlayan bir söz vardır;

“Zor zamanlar, güçlü insanlar yaratır. Güçlü insanlar, kolay zamanlar yaratır.

Kolay zamanlar, zayıf insanlar yaratır. Zayıf insanlar, zor zamanlar yaratır.”

Her dönemde yeni toplumsal hedeflerle yeni başarılar için heyecanları canlı tutmak ve bu hedeflere ulaşmak için zorluklardan yılmadan, çok çok çalışmak gerekiyor. Başarıyı, gücü korumak ve daha ileriye götürmek zora talip olmakla mümkündür.