Dünyayı sarsan covid19 salgını hala devam ediyor. Salgın  “yeni normal” denilen bir kavramla birlikte bambaşka bir dünya düzenini de hayatımıza soktu. Birçok sektör yok olmanın eşiğine gelirken, bazılarının önemi arttı, bazıları da hayal edilemeyecek düzeyde etki alanı yakaladı. Bu perspektiften bakıldığında tarım, öneminin kavranması adına yükselen bir sektör olurken, çiftçi aynı itibarı görmedi hatta her zamankinden daha fazla karşılaştığı zorluklar nedeniyle olumsuz birçok etkiye de maruz kaldı.

Bu sürecin de getirmiş olduğu maddi-manevi etkiyi de göz önünde bulundurarak Türk Tarımına başka bir açıdan bakalım. Çoğu zaman, bütüne odaklandığımız için, hayati öneme sahip detayları kaçırırız. Tarımı uzun uzun anlatmaya başladığımız zaman sadece “ilgilisini” yakalayabiliyoruz. Gıda dediğimizde ise; bundan biraz daha büyük bir kitleyi kapsamakla birlikte, yine de hedef kitlenin tamamına ulaşamıyoruz. Peki, sofrayı konuşsak, durum nasıl olur? Daha ilgi çekici, daha önemli, daha öncelikli ve bütün toplumu kapsayıcı bir hal almaz mı, sizce de öyle değil mi?

Soframızdan, mutfağımızdan, aile bütçemizden dolayı tarıma daha büyük önem vermeliyiz. Her an emekleri ile evimizde olan çiftçiye biraz yakından içten ve samimi bakmak zorundayız. Bu meseleyi sadece devlet kurumlarına, siyasi iradeye ve dar kapsamda tarım camiasına bırakamayız. Belki bir süre daha sektör devam eder, sofranıza gıda ürünleri gelir ama zamanla uluslararası şirketlerin tekeline giren bir tarım sektörü sadece çiftçinin yok olup gitmesine değil, aynı zaman da maddi manevi değerlerin kaybolmasına da neden olur. Bu durum çok uzun olmayan bir vadede Milli Güvenliğimizi ciddi anlamda tehdit eder. Yıllardır, tarıma milli bir mesele derken kast edilen de tam olarak budur!

Günün her öğününde, sofranıza gelen yiyecekleri üretenler, çocuğundan yaşlısına, kadınından erkeğine çiftçilerdir.  Sütün sofranıza gelmesi için, çiftçinin güne sabah 05.00’te başladığını ve bunu her gün yaptığını biliyor musunuz? Çocuklarımıza verdiğimiz her gıda da çiftçi çocuklarının emeğinin olduğunu biliyor musunuz? Çiftçilerin haftanın her günü, sizin uykularınızın en tatlı saatlerinde, yılın her ayı çalıştığını, ürettiğini biliyor musunuz? Peki, bunları biliyorsunuz da; çiftçi hak ettiğini alamaz ve üretmezse ne olur?

Gıda güvenliği, güçlü bir ülke olabilmenin en önemli ÖN koşuludur. Kendi gıdanızı üretebiliyor ve dünya gıda pazarında da söz sahibi olabiliyorsanız güçlü olursunuz!  Kritik zamanlarda örneğin, dünyayı etkisi altına alan salgın ya da bir savaş halinde gıdanızı kendiniz sağlamak durumundasınız, değilse paranız olsa dahi bir lokma ekmek alamazsınız!

Bugün özellikle tüketicilerin tarıma ve çiftçiye vereceği “değerin” altını çizmek istedim. Bu konuya hakikaten milli bir mesele olarak, samimiyetle topyekûn sahip çıkarsak, tarımda gelecekten bahsedebiliriz. Üretici 50 kuruşa ürününü satamazken, tüketici 5 liraya almaya razı olduğu zaman, gıda güvenliğini sürdürmemiz mümkün olamaz. Çiftçi köyünde-toprağında eğitim, sağlık, kültürel faaliyetler gibi insani temel ihtiyaçlardan uzak oldukça, üretimin devam etmesi mümkün değil. Çiftçilik çocuklar ve gençler için “ideal” ya da “tercih edilebilir” bir meslek statüsüne erişmedikçe tarımdan kopmalar devam edecektir.

Tarım politikalarına milletçe duyarlı olup, katkı vererek ülkemizin yarınlarına hizmet edebiliriz. Elimizi ayağımızı tarladan topraktan çekersek, uluslararası tekellerin geleceğimize ipotek koymasına seyirci kalırız. Seyirci kalmamak için artık bizim doğrudan çiftçinin ayağına gittiğimiz, sahip çıktığımız sistemler oluşturmalıyız.

Çözüm; tüketicisinden üreticisine, kamu kurumlarından STK’lara, hükumetten muhalefete bütün siyaset kurumunun, medyanın ve toplumun her kesiminin işbirliği ile aile çiftçilerine sahip çıkması, Kooperatifçilik yapısı altında sürdürülebilir modellerinin hayata geçirilmesine katkı germesi gerekmektedir.  

Assiye YILDIRIM

Tarım Yazarı