Rahmet, merhamet, bereket, huzur ayı olması gereken Ramazan’ı zahmet, sıkıntı, zorluk ve zam ayı yapmaktan vazgeçmeliyiz...

Rahmet, merhamet, bereket, huzur ayı olması gereken Ramazan’ı zahmet, sıkıntı, zorluk ve zam ayı yapmaktan vazgeçmeliyiz.

Her milletin toplumsal kaynaşmayı ve yardımlaşmayı sağlamaya yönelik faaliyetleri yoğunlaştırdığı günleri vardır. Bu günlere özel aktivitelerin, törenlerin, ritüellerin sergilendiği çeşitli faaliyetler yapılarak bu kültürün devamı daha sonraki nesillere aktarılmaya çalışılır.

Kapitalist dünyada bu günler, ulusal  ve uluslararası ticarette satışları, ciroları ve karları arttırmak için önemli fırsatlar olarak da görülmektedir. Aklınıza gelen gelmeyen her konuda  duygusal, milli, dini, mesleki, vb  anma günlerindeki duyarlılıkları ticari fırsat olarak gören firmalar çeşitli kampanyalar, indirimler, promosyonlar, cazip taksitli satışlar ve çeşitli ödeme kolaylıkları ile her tür tüketim eşyası için tüketicilerin satın alma kolaylıkları, yönlendirmeleri, sosyal baskıları oluşturmaktadırlar. Bu yollarla tüketicilerin satın alma davranışını ve satın alma isteğini, gücünü arttırmak ve kolay satın alabilmesi için gayret gösteriyorlar. Biz ise ramazan ayı ve dini bayramları fırsat bilerek gıda, giyim başta olmak üzere her şeye zam yapılan Müslüman ülkenin “Müslüman” ları olarak bir ramazan mevsimine daha giriyoruz.

Ülkemizde, 2023 yılı takvimine bakıldığında,  365 günün 125'inden fazlasında özel gün, 50'ye yakın da belirli hafta kutlaması olduğu görülüyor. Tüketimi her vesile ile arttırmaya yönelik çabalarının örneklerinden olan anneler günü, babalar günü, kadınlar günü, meslek dayanışma günleri vb. günler, ticari amaçlı ve firmalar için para odaklı ve hatta bu günlerin oluşumunda kapitalist ticaret anlayışının etkileri olduğu iddiaları gölgesinde yaygınlaşmakta ve kutlanmaktadır. Bu günlerde insanların mutluluk sebeplerini arttıran küçük hoşlukların, hediyelerin toplumsal açıdan faydalı yönleri de vardır. Ancak bu özel günlerin bir kısmı kapitalist-hristiyan karışımı bir kültürle özdeşleşmiş olduğundan   bu özel günlerin diğer ülkelerde sosyal kaynaşmaya ve yardımlaşmaya  katkıdan ziyade kendi değerlerinin yozlaştırılması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Her şeye rağmen  genellikle batı toplumunun ekonomik ve kültürel etkisi altında ortaya çıkan ve yaygınlaşan bu özel günler sosyal hayatın bir parçası olmuştur, olma yolunda ilerlemektedir.

Milletimizin tarihsel süreci içerisinde gerek İslam öncesi ve gerekse sonrasında toplumsal etkisi olan tarihi, dini ve kültürel kaynakları olan birçok özel gün, ay, dönem olmasına rağmen bunların yaygınlığı, ekonomik ve sosyal etkileri bakımından bunların çoğu, batı kaynaklı özel gün kutlamaları kadar etkisi olamamaktadır. Annenin ayakları altına cenneti seren bir kültüre sahip insanlar,  batının anneler günü vesilesiyle annesini hatırlar duruma gelmişse, ya da geliyorsa bu durum kültürel köklerimizden kopuşun bir örneği değil midir?

Aslında bu kopuş için tamamen başkalarının etkisine bahane bulmakta doğru değildir. Çoğunlukla lafta kalan ancak pratiğe yansımayan uygulamalarımızla kendi kültür değerlerimizi kendimiz yozlaştırıyoruz. Büyük ölçüde zekâtın sadece adı kaldı, fakire dağıtılması gereken kurban eti derin dondurucularda kışlık et stokuna dönüştü, ramazanda orucun ise, günde üç öğün yerine iki öğün ama tıka basa yiyerek gündüz vakti üç beş saat yiyip içmemekten ibaret olarak algılandığı ve israfın arttığı bir ay şekline dönüştü maalesef. Bir elin verdiğini diğer el görmemeli prensibine dayanan yardımlaşma kültürümüz sosyal medya ve reklam malzemelerine dönüştü. 

Özel denilen günlerde indirimler, promosyonlar, cazip taksitli satışlar ve çeşitli ödeme kolaylıkları ile adeta her şey için tüketicilere satın alma kolaylıkları sağlayan fakat ramazan ayı ve dini bayramları fırsat bilerek gıda, giyim başta olmak üzere her şeye zam yapan Müslüman Ülkenin “Müslüman” insanlarıyız. Bu günleri yıllık fiyat artışları dışında ve bunlara ilave olarak “Ramazan zamları” olarak değerlendiren bir zam sezonu algısı ve uygulaması konusunda ticaret dünyamızı ve ticaret insanlarımız insafa davet ediyoruz. Hiç olmazsa ramazan ayında fiyatları arttırılmasın, hatta indirim yapılsın, ödeme kolaylıkları sağlansın. Sağlansın ki, insanlarımızın alım gücü biraz olsun rahatlasın. Ayrıca, yardım yapacak insanların da bütçesini zorlanmasın. Mesela, yirmi kişiye yardım edebilecek bütçeye sahip bir kişinin ürünlere yapılan zamlarla bütçesi tırtıklanarak 10-15 kişiye indirilmesin. İndirim ve ödeme kolaylıkları bakımından Ramazan ayının hiç olmazsa sevgililer günü kadar değeri olsun. Firmaların kendi reklamları için yaptıkları özel indirim günleri kadar değeri olsun. Ramazan ayının manevi ikliminde artan / artması gereken duygular, merhamet ve insaf ile fiyatlara göstermelik olmayan indirimler olarak yansısın.

En Sevgili’nin “Zenginlerin mallarında fakir ve yoksulların hakkı vardır.” (Zâriyat 19) ayetindeki ilahi fermanı vicdanımızda yer bulsun. Gelir adaletsizliğini gidermeyi ve mülkiyeti tabana yaymayı emreden bu ayet kapsamında, insanın kazancının bir kısmını, ihtiyaç sahipleriyle paylaşmasını sağlamak için, İslam’da “infak” kavramıyla ifade edilen ve servetin belirli ellerde toplanmasını önleyen bu paylaşımda ceddimizin titizlik gösterdiği,  Zekât, sadaka, fitre, vakıf vs. gibi sistemlere sahip çıkmak gerek.

Zekât, bir yıldan fazla zamandır tasarrufumuzda bulunan para vb. değerlerin içindeki %2,5 gibi küçük bir orana karşılık gelen paranın fakirlere verilmesidir. Genel bir kabul olarak zekât ramazan ayı içerisinde hesaplanıp verile gelen bir uygumadır. Ülkemizde en zengin 100 kişinin serveti milli gelirin % 20-25 lik kısmına karşılık gelse de bunların zekâtı verdiğinde oluşması beklenen toplumsal bir ferahlama görülmemektedir. Zekâtını verenlerin çoğunlukla orta halli kişiler olduğu görülüyor ve zekât verme oranı da gün geçtikçe azalıyor. Zekâtın Allah’ın emrettiği ölçüde verilmesi halinde Müslüman bir ülkede açlık sınırının altında kimse kalmaz. Kurban’da ve ramazanda ihtiyaç sahipleri lehine İslam’ın yardımlaşma sistemi uygulanır ve bir de tüm yıla yaymaya çalışılırsa, Müslüman bir ülkede hiç kimse aç kalamaz, açıkta kalamaz/kalmamalıdır.

İbadetin değeri şekilde değil; insanın davranışlarını düzeltme ve topluma fayda sağlamadaki samimiyetindedir. Peygamberimiz (SAV) buyuruyor ki; “Nice oruç tutanlar vardır ki, orucundan kendisine kuru bir açlıktan başka bir şey kalmaz! Geceleri nice namaz (terâvih ve teheccüd) kılanlar vardır ki, namazlarından kendilerine kalan yalnız uykusuzluktur.”

Ramazan ikliminin manevi havasının vicdanımızdaki insafı, merhameti arttırmasını, bu artışın kişisel ve toplumsal hayatımıza yansımasını dilerim.