Kamuda tasarruf tedbirleri kapsamında memur alımına getirilen sınırlama kalkıyor gibi. Paket, bizzat Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ile Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek tarafından açıklanmıştı.
Kurumlarda 3 yıl boyunca yeni personel istihdamının emekli olanlarla sınırlandırılmasını öngören paket, kamuda esnek ve uzaktan çalışma modellerinin geliştirilmesini de öngörüyordu.
Ancak öyle görülüyor ki bu tedbirlere gerek kalmadı artık. Çünkü çok sayıda memur ve özel sektör çalışanı enflasyon farkı nedeniyle emekli maaşlarında düşüş olacağı endişesiyle yılbaşında emekli oldu. Bu da gerek kamuda gerekse özel sektörde önemli bir personel açığına neden oldu.
Böyle olunca da Nisan 2025 itibarıyla çeşitli kamu kurumları, hem KPSS puanı ile hem de KPSS puansız başvuru imkanı sunan ilanlar yayımladı.
Önümüzdeki günlerde birçok bakanlıklar, belediye, üniversite bu kapsamda personel alımı gerçekleştirecek.
Bu durum atama bekleyen memur adayları için olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilir.
Bununla birlikte kaliteli okullarda iyi eğitim almış nitelikli gençlerin, neden girişimciliğe yönelmedikleri, devlet memurluğunun neden birinci tercih haline geldiğinin sorgulanması gerekir.
Örneğin tarım ülkesiyiz ama çeşitli nedenlerle kendi kendimize yetemiyoruz.
Üç tarafımız deniz, gelin görün ki balıkçılık sektörü şikayetçi.
Ülkede onca ziraat fakültesi mezunu neden hayvancılık ve ziraate yönelmiyor da Tarım Bakanlığı’nın açacağı bir sınavı bekliyor?
Köyünde tarım veya hayvancılık yapmak yerine metropol kentlerde güvenlik memuru veya ücretli başka bir işin daha konforlu bir hayat süreceğine olan genel kabul gören inanç nereden geliyor?
Henüz sanayi ülkesi haline gelemediğimiz için teknolojik ürünlerin büyük bir kısmını da hala ithal ediyoruz. Ülkemizde bu alanda atılacak bir adımın karlı bir karşılığının olmayacağını düşündüren şey nedir ki, gençler yurt dışına çıkmaya bu denli hevesli?
Bu sorular çoğaltılabilir.
Her bir sorunun farklı bir cevabı olabilir. Ancak tüm sorulara verilecek cevapların ortak noktaları vardır.
Gençlerin büyük çoğunluğunun girişimcilik yerine memurluğu tercih etmesinin birkaç temel nedeni var gibi gözüküyor.
Bunların başında insanoğlunun en temel ihtiyacı olan güvenlik endişesi geliyor. Çünkü güvenliğinden endişe duyan birinin diğer ihtiyaçlarına yönelmesinin mümkün olmadığını ifade ediyor bilimsel araştırmalar.
Ükemizde yarınından endişe etmeyen kaç kişi var acaba?
Bu yüzden olsa gerek; gençler risk almak yerine maaş garantisi ve emeklilik gibi güvenli seçenekleri tercih ediyor.
Ekonomik dalgalanmanın bu denli yoğun olduğu Türkiye’de, gençlerin iş ve gelir güvencesi nedeniyle memur olmak istemelerinden daha doğal ne olabilir ki…
Acaba İstanbul İzmir arasındaki kara yolculuğunu iki saat kısaltacak yollar inşa ediliken, yarınlara ilişkin güven duygusu da inşa edilseydi daha iyi olmaz mıydı?
Öte yandan devletimiz hala en büyük işveren, yani patron konumunda. Devlet kurumlarında çalışanların maaşları özel sektöre kıyasla sadece yüksek değil, zamanında ödeniyor olması bakımından yaşamını maaşla sürdürenler için inanılmaz bir istikrar sağlıyor.
Oysa gelişmiş ülkelerde durum böyle değil. Devletin rolü iç ve dış güvenlik, eğitim, sağlık, adalet ve ulaştırma gibi alanlarla asgari düzeyde sınırlıdır. Birçok iş, sivil toplum kuruluşları ve özel sektör üzerinden görülüyor.
İnsan ister istemez sormak durumunda kalıyor. Bugüne kadar işveren ve patron olmak isteyen gençlerin yanında olunsaydı, bu yönde düzenlemeler yapılsaydı, çalışan değil müteşebbis yetiştirilseydi ne olurdu acaba? Devlet patron olmamalı; patron yetiştirmeli veya en azından girişimci yetişmesi için uygun bir zemin oluşturmalıdır.
Bu arada yarınlara ilişkin güvence ihtiyacı sadece bireyler için değil, kurumlar için de geçerli. Özellikle de iktidarlar için. Belediyelerin genellikle seçimlar öncesinde işe alım yapmaları nedendir acaba?
İşe yeni girmiş bir çalışan, kendisini işe alan yönetimin değişmesini ister mi hiç? Onun için en iyi seçenek mevcut olandır. Çünkü değişim demek, henüz yeni girdiği işini kaybetme riski demektir. İşçinin zorunlu olarak mevcut düzenden yana oluşan bu tutumu, elbette ki mevcut yönetim için de bir güvence.
Kıymetli okuyucu, yani sorun taa ilkokul sıralarında başlıyor.
Eğitim sistemimiz gençleri problem çözmeye, yaratıcılığa veya risk almaya değil; maalesef sınav kazanmaya odaklıyor. Bu nedenle hazır bir düzenin içine girmeye yatkın hale gelmiş olan gençler, okulu bitirip çalışacak yaşa gelince daha büyük başka bir sorunla yüz yüze geliyorlar.
Adına sermaye yetersizliği diyebileceğimiz bu sorun gerçekten hayati. Çünkü girişimcilik demek, erişimi hiç de kolay olmayan sermaye, bağlantı ve deneyim demektir. Sermaye sahibi olmak zaten bireysel olarak mümkün değilken, olası bir başarısızlık durumunda ikinci bir şans hiç mümkün olmuyor.
Tüm bunlar birleşince ortaya bir kültür oluşuyor.
Bu kültürün adını güvenli liman arayışı olarak koyabiliriz.
Her genç bu kültürü önce ailesinden, sonra öğretmenlerinden yüz yüze öğrenmiş oluyor.
Bu kültür, farklı bir çizgide yürümek isteyene gençleri, “başımıza yeni icat çıkartma” ifadesiyle azarlıyor, “ayağını yorganına göre uzat” sözüyle engelliyor, her defasında ayakların karna çekilmesi gerekmediğini, yorganın da uzatılabileceği gerçeğini fark edilemez hale getiriyor.
Böylesi bir ortamda kim girişimci olmak ister ki…