Pek çok kişinin iyi bildiğini iddia ettiği ve üzerinde fikir yürüttüğü, eleştirdiği, hatta ahkâm kestiği iki ana konudan biri din, diğeri ise tarımdır...

kapak 789

İnsanların, bilmediği konularda “bilmiyorum” diyebilmesi önemli bir erdemdir. Ancak bilgisi, ilmi, eğitimi olmadığı halde dedesinin, babasının hoca ya da müftü olduğu iddiası ile din hakkında ahkâm kesenler oldukça yaygındır. Bunun gibi, yine dedesinin babasının çiftçi olduğu gerekçesi ile kendi tecrübesi ve eğitimi olmadığı halde tarımın her alanında kendilerinde hüküm verme ve söz söyleme yetkisi olduğu iddiasında olanlara, diğer alanlarda rastlanılmayacak kadar çoklukta rastlıyoruz. Bu görüşteki insanlar maalesef toplumda karşılık da bulabilmekte hatta daha fecisi, bu durumdaki insanların karar verici konuma gelebilmeleri ve bunun doğal bir sonucu olarak yanlışlıkların yolunu açabiliyor olmalarıdır. Hâlbuki kendi uğraşısı, eğitimi, tecrübesi yoksa hiçbir bilgi ya da tecrübe,  genetik miras olarak atadan dededen geçmez.

Bir çiftçimizden duyduğum, “besmeleyi, subhaneke’yi bile okuyamayanlar din hakkında, arpa ile buğdayı, pamuk ile yünü, kuzu ile oğlağı ayırt edemeyenler de tarım hakkında ahkâm kesiyor.” şeklindeki yakınması çok mu abartılı olmuş dersiniz.

Tarım hakkında, toplumun her kesiminin detaylı bilgisi olması gerekir mi?

Her şeyin başı sağlık atasözümüzü bilmeyen yoktur. Sağlık olursa her zorluğun ve sıkıntının üstesinden gelinir ve sorunlar çözülebilir umudu beklentisi vardır. Bir anlamda dua ve dilek olarak da kullanılır. Sağlığın en temel şartının ise yeterli beslenmekten geçtiği malum. Bunun için yeterli ve güvenilir gıdayı üretebilmek ve ona erişebilecek ekonomik güce sahip olmak gerekir. İnsanın dünyadaki çabasının, çalışmasının önemli bir kısmını yeterli gıdaya ulaşma mücadelesi oluşturur. Tarım konusunda bilen bilmeyen herkesin âlim kesilmesinin sebeplerinden biri de gıdaya erişim konusundaki korkuya varan endişenin dışa vurumu olabilir mi?

Dünyadaki değişimin zorlamasıyla her ülkede “şehir” tanımı içinde olan sanayi, hizmet sektörü başta olmak üzere diğer iş alanlarına büyük bir işgücü akışı yaşanmıştır. Tarımsal ekonominin hâkim olduğu dönemlerde toprağın, tarımın, gıdanın öneminin, kıymetinin çok iyi bilindiği kesindir. O dönemlerde nüfus fazla olmamasına rağmen asla bir tarım toprağı başka amaçla kullanılmaz, yerleşim yerleri tarıma uygun olmayan dağlık ve yamaç yerlerde kurulurdu. Eski yerleşim yerlerine bakıldığında bu durum çok iyi anlaşılabilmektedir. Köylerden şehirlere göç ve köylerin “şehirleşmesi” sonucu tarımsal üretimin zorluğu ve gıdanın önemi unutulmuş, sadece marketten satın alınabilen ve eğer yoksa ya da fiyat arttığında, alım gücü azaldığında şikâyet ve yakınma ile sınırlı bir alan halinde kalmıştır. Sayılarının azalması yanında çiftçilik yapan nüfusun yaş ortalaması 60 a dayanmış; köylerde bile yumurta, ekmek, süt “marketten” alınır olmuştur. Tarım sektörü bir geçim kaynağı olarak görülmekten hızla çıkmaya başlamıştır.

Bu “şehirleşme” ve tarımdan kopuş, bir kaçış haline de gelmiştir. Tarımsal nüfustaki bu hızlı değişimi iyi yönetilemediğinde; çiftçi sayısının hızla azalması, yaş ortalamasının artması, üretimin sürdürülebilirliği ile çiftçiler ve genel olarak da sektör açısından gelecek kaygısına neden olabilmektedir. Şehirlerde yetişen ve köylerle bağı kalmamış, zirai üretim ve hayvancılık konusunda en ufak bir fikri bulunmayan, tarımla uğraşmayı geri kalmışlık olarak gören şehirli bir nesil meydana geldiği ve bunlardan bazılarının karar verici konumuna geldiklerinde tarımsal politikaları doğru yönetemedikleri eleştirileri hemen her ülkede olagelmektedir.

Tarım toprağının ve suyun önemini bilmeyen, buzağının, kuzunun, oğlağın, arpanın, buğdayın, pamuğun-yünün, pirincin-bulgurun ne olduğunu hangi zorluklar ve emekle üretildiğini bilmeyen “şehirli” lerin tarım politikalarındaki bilgisizlikten ve bazen de kasıttan kaynaklanan söylem, yaklaşım ve kararları espri konu olmakla birlikte çoğunlukla tepki de çekmektedir.

Birleşmiş Milletler tarafından Kasım 2022'de yapılan açıklamaya göre, dünya nüfusu 8 milyarı aşmıştır. Dünyadaki insan nüfusunun 1 milyara ulaşması, modern insanlığın ortaya çıkışından sonra 200.000 yıldan fazla zaman aldı. Ancak, 8 milyara ulaşması sadece 219 yıl sürdü. 11 milyara ulaşması ise çok daha kısa sürede gerçekleşecek. Dünyada nüfus artarken ne yazık ki, dünyanın yüzölçümü de artmıyor. Aksine tarım alanları azaltılmasına, başka amaçla kullanılmasına pervasızca devam ediliyor.

Ülkelere göre süreç farklı mı gelişiyor?

Tarımdaki nüfusun hızla azalması, gelişmiş/gelişmemiş tüm ülkelerde benzer bir süreç olarak gelişmiştir. Ancak, tarımdaki nüfusun azalma durumunu ve tarımsal üretimdeki istikrarı iyi yöneten ve aşağıda özetlenen tedbirleri, yapısal dönüşümleri gerçekleştiren ülkeler, tarımsal üretimde ve gıda arzı konusundaki riskleri de en aza indirmişlerdir.

* İşletme yapılarının, ekonomik büyüklük, alt yapı ve mekanizasyon olarak dönüştürülmesi,

* Ülkesel ve bölgesel olarak ürün odaklı, uzun dönemli üretim planlamaları,

* Genel ekonominin büyütülmüş olmasının yüksek düzeyde bütçe ayrılabilecek imkânları vermesi nedeniyle tarımsal program ve destek finansmanının “yük” olarak görülmeyecek düzeyde kalıyor olması,

* Tarım sektöründe uygulanan diğer sektörlere göre daha korumacı yaklaşımlarla ithalatı en aza indirme politikaları,

* Sektör STK’ların kurumsallaşmış olmaları, sektör politikaları ve fiyat oluşumu konuları üzerinde etkili bir güç olmaları,

* STK’lar altında güçlerini birleştirilen küçük aile işletmelerinin sürdürülebilir kılınması,

* Girdi temini ve pazarlama konularında, kooperatifler başta olmak üzere STK’ların piyasa paylarının yüksek olması ve piyasayı hem üretici hem de tüketici lehine regüle edebilecek güçte olmaları,

* Üretimden tüketime kadar doğru oluşturulmuş destek ve risk yönetimi mekanizmalar ile üretimin sürdürebilir kılınması,

* Dünya piyasalarının çiftçi adına takip edilerek en uygun fiyatla iç ve dış piyasada pazarlama yaklaşımı,

* Tarım sektöründe çalışanların yaşam konforu ve gelirlerinin alternatiflerine göre makul hale getirilmesi.

Bu sistemin kurulu olduğu ülkelerde tarımdaki nüfusun azalması karşısında, tarımsal üretimdeki istikrar korunduğu ve gıda arzı riski azaltıldığı görülmektedir.

Tarımsal Cehalet Ülkelere Göre Değişiyor mu?

Tarım konusunda cehaletten kaynaklanan özgüvenitavan yapmış kişilerin kırdıkları “potlar” deyince birçok örnek aklınıza gelecek ve şöyle bir gözünüzün önünden geçecektir. Bu sadece bazı ülkelerle sınırlı bir durum da değildir. İlginç bulduğum iki örneği burada paylaşmak isterim;

Hepsi şehirde yetişmiş, iyi okullarda eğitim görmüş genç erkeklerden oluşan grupla, bir ortam da konuşurken grup içerisinde tarım sektöründe çalışan tek kişi olmam nedeniyle laf döndü dolaştı tarım, hayvancılık konusuna geldi. Benim üzerimden eleştiriler, öneriler, süt, et, tahıl, baklagiller, hayvancılık derken tarım eğitiminin ilk ve orta dereceli okullarda ders olmalıdır, olmamalıdır, gereklidir, gereksizdir, şöyle yapılsa hayvancılık uçar, bitkisel üretim coşar tartışmaları ve eleştirileri, parlak olduğunu düşündükleri çözüm önerileri, fikirleri ortaya saçıldı. Konu ülkemizde hangi ürün nerede yetişir, ülkemiz şöyle iyidir, böyle güzeldir noktasına gelince daha önce bir dostun denediğini söyleyip bana anlattığı yöntem aklıma geldi ve bir soru sordum;

 “-Arpa şehriyesi en çok hangi illerimizde yetiştirilir?”

Az önce tarımın her kesimi hakkında ahkâm kesen gruptan cevap olarak birçok illerin isimleri seslendirildi. Gülelim mi üzülelim mi bilemedim. Grup içinde birkaç kadın olsaydı belki bilen çıkardı diye teselli bulduk.

*ABD Süt Ürünleri Geliştirme Merkezi tarafından, 18 yaş ve üstü yetişkinlerle yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre; katılanlardan yüzde 7’si çikolatalı sütün, kahverengi ineklerden geldiğini sandıkları ortaya çıktı. Araştırmanın tüm ülkeyi temsil eden katılımcılarla gerçekleştirildiği düşünülürse, 16 milyon 400 bin ABD’linin çikolatalı sütün, süt, çikolata ve şeker kullanılarak yapıldığını bilmediği yani, çikolatalı sütün kahverengi ineklerin sütü olduğunu zannettikleri anlamına geliyor.

Sonuç olarak, özellikle “şehirli” ve tarımdan uzak ve bu konularda eğitim görmemiş olanlar başta olmak üzere, herkesin tarım konuları hakkında detaylı bilgi sahibi olması gerekmez. Her alanda olduğu gibi, tarımda da iyi bilenlerin söz sahibi, karar verici mekanizmalarda etkili ve yetkili olması işin temelidir. Siyaset kariyeri farklı bir mecra olduğu için yetkili makamlara gelen siyasetçilerin, her zaman teknik konuların tamamına hâkim olması beklenemez, mümkün de olamaz. Teknik konulardaki alanlara konuyu bilenlerin getirilebildiği ölçüde siyasetçilerin başarı şansının arttığı/artacağı da bir gerçektir. Bununla beraber aynı süreçte STK’ların yanlış yapılmasını önleyebilecek kurumsal yapıya, güce ve lobiye sahip olmaları da bir bu kadar önemlidir. Toplumun geneli için ise; doğayı koruma bilincinin/eğitiminin oluşturulması, gıdanın erişilebilir ve güvenilir olmasını sağlayacak sürdürülebilir bir “sistem” in oluşturulması yeterli ve gereklidir.

Yeterli gıda yoksa tarihin hiçbir döneminde hiç kimse için güven, huzur, barış, istikrar, güç ve başarıdan bahsedilememiştir. Bundan sonra da gıdanın en büyük güç olmaya devam edeceğinden şüphe yoktur.