Beslenme sadece basit ve sıradan bir biyolojik faaliyet, gıdalar da bu faaliyeti karışlayan sıradan ihtiyaçlar mıdır yoksa tarihi süreci içerisinde insanlığın yol haritasını belirleyen, adeta kaderine yön veren etkiye de sahip olan bir mücadele alanı mıdır.. Gıda konusuna biraz farklı bir açıdan bakalım.

Hayatımızın iki hücreyle başlamasından ölüme kadar, hücrelerimiz bir taraftan ölürken bir yandan da yeni hücreler (özellikle büyüme döneminde daha fazla olmak üzere) üretilmekte ve bu şekilde vücudumuz sürekli bir yenilenme sürecinde bulunmaktadır. Bu yenilenmenin kaynağı da toprağın bitkiler ve hayvanlar vasıtasıyla bize sunduğu yiyeceklerdir. Yani bu yönüyle bakıldığında, “topraktan yaratılışın” hala devam eden bir süreç olduğunu söyleyebiliriz.

İnançlar ve Gıda;

Bir çok inanç sisteminde gıda tüketimi konusunda bazı yönlendirmeler, kısıtlamalar ve yasaklar getirilmiştir. Mukaddime adlı eserinde İbni Haldun, gıda olarak tüketilen şeylerin insanların karakter ve kişiliğini etkilediği kadar, manevi ve moral hayatını da etkileyecek kadar önemli olduğunu belirtmektedir. Günümüzde söylendiği şekliyle “Ne yiyorsan O’ sun” sözü de gıdaların bu etkilerini belirten bir yaklaşımdır. Bir emeğin karşılığı olmadan ve haksız olarak edinilen her şeyde olduğu gibi normalde hiçbir kısıtlama olmadığı halde bu yolla sağlanan/edinilen gıdaların tüketiminin de dinen yasak (haram) olarak belirtilmesi toplum huzurunun sağlanmasının yanında ibni Haldun’un belirttiği gibi gıdaların insan hayatlarındaki maddi, manevi ve moral olarak etkileri nedeniyle de olabilir mi..

İnsanlık tarihindeki en büyük değişiklikler, gıda kaynaklı kaosların sonucunda ortaya çıkmıştır diyebiliriz. Tüm semavi dinlerin ortaklaştığı konu olan, insanlığın cennetten “sürgün” edilmesi ve dünya hayatı sürecinin başlamasının nedeninin, cennette Allah’ın emrine karşı gelmenin yada uymamanın sembolünün yasaklanmış olan yiyeceğin yenilmesi anlatısı, gıda ile ilgili kurallar olduğu/ olması gerektiği konusunda bir başlangıç noktası gibidir. (Kuran’ı Kerim’de bu amaçla kullanılan kelimenin yiyecek dışında başka anlamlara da geldiği yorumları olsa da yaygın olan kanaat yiyeceği ifade ettiği yönündedir). Bu noktadan bakıldığında, semavi dinlere göre insanın hikayesi; Tüm nimetlere zahmetsizce eriştiği cennetten, bu yasağa uymadığı için sürgüne gönderildiği dünyada kendine tanınan ömür süresi içerisinde; gıda temini, üretimi ya da gıda alabileceği gelir elde etmek için gününün önemli bir bölümünü çalışarak harcamak, hayatın diğer zorluklarına katlanmak, kendine, ailesine, çevresine, dünyaya ve Yaratıcıya karşı tanımlanan sorumluluklarını yerine getirerek “iyi insan” olabilmeyi başararak, cennete tekrar girmeyi hak edebilme mücadelesi olarak yorumlanabilir.

Allah (CC), her varlığı yeniden yaratabilecek kudrete sahipken, Hz. Nuh’a her canlı türünden örnekleri gemide koruyup tufandan sonra bunlardan çoğaltılması emri de biyolojik yada genetik kaynakların korunması gerektiğinin ilahi bir öğretisi olsa gerektir. Günümüzde de genetik kaynakların korunması programının Nuh’un Gemisi ( Noah's Ark Project ) adını taşıması da bu olaydan ilham almıştır.

İlahi kitaplarda cennet tasvirlerinde yer alan pek çok vaatlerde “temiz yiyecekler” olarak su, çeşit çeşit içecekler ve yiyeceklerden bahsedilmesi, peygamberler tarafından dünyadaki bazı içecek ve yiyeceklerin cennet yiyeceği olarak adlandırılması, Hz. Musa’nın halkına göç sonrası Allah’ın ikram ettiği yiyeceklerden ve halkının bir süre sonra başka yiyecekler talep etmesinin detaylıca anlatılması gibi çoğaltılabilecek örnekler, dinin insan ve gıda ilişkisine kayıtsız kalmadığının örnekleri olarak verilebilir.

Kuran’ı Kerim’in Bakara Süresi 205. ayetinde, dünyada bozgunculuk çıkaracak kişi ve grupların gücü ele geçirdiklerinde yapacakları kötülükler arasında, doğayı, gıdaların yapısını, bitki ve hayvanların nesillerini (genetik yapılarını) bozacağından bahsedilerek İnsanların dikkati çekilmiştir. Burada “bozma” ifadesini İnsanların zararına değiştirme olarak anlamak gerekir. Bu ayet kapsamında, değişikliklerin İnsanların yararına mı, zararına mı olduğunu anlamak için de bilim ve teknoloji yarışında kötü amaçlıların gerisinde kalmamak gibi bir uyarıyı ve yükümlülüğü “iyi” insanlara verildiğini de anlamak gerekir sanırım. Gıdaların yapısının değiştirmenin ve canlıların genetik yapısını bozmanın mümkün olduğunu ve bunun sonuçlarının insanı da biyolojik, fizyolojik, manevi, moral, akıl ve şuur bakımından etkileyebilecek sonuçları olacağı uyarısının 1400 yıl önceden yapılmış olması da inanan inanmayan herkesin üzerinde düşünmesi gereken bir konudur.

Semavi dinlerin dışındaki din, inanç, felsefe sistemlerinde de insan hayatını düzenleme konusunda gıda ve beslenmeyle ilgili öğretilerin önemli yer tuttuğu görülmektedir. Görülüyor ki; İnsanlığın maddi ve manevi bakımdan iyi ya da kötü yönde dönüşme (dönüştürülebilme) sinde gıdaların etkisinin olduğu konusu tüm inanç sistemlerinde benzer yaklaşımlara sahiptir.

Gıdaya Erişim;

İnsanlığın dünyada var oluşunda önceleri, avcılık ve toplayıcılıkla karşılanabilen beslenme ihtiyacı tarihi süreçte tarımın öğrenilmesi, hayvanların evcilleştirilmesi sonucu daha iyi mera/otlak, daha verimli ve daha fazla tarım topraklarına sahip olabilme taleplerine dönüşmüştür. Bu talebin temelinde, aile fertlerinin iyi beslenmesini sağlayıp başkalarına karşı üstünlük sağlayacak gücün sağlanması arzusu da bulunmaktadır. Bunu sağlamak için, insanların topluluk halinde yaşaması ihtiyacından kaynaklanan, kabile, millet, vatan kavramlarının gelişerek ortak aidiyetler ve güçler oluşturulmuştur. Bir çok savaşların, göçlerin, mücadelenin ana sebeplerinden birinin de gıdaya erişimin olduğu görülmektedir.

Tarihsel süreçte beslenmenin sadece basit ve sıradan bir biyolojik faaliyet olarak algılanmadığı; gelenek, yaşam tarzı, gıdayı elde edilebilme imkanlara göre düzenlenmiş sosyal hayat içerisinde gıda üretimi ve tüketimi ile ilgili olarak inançların da yönlendirdiği toplumsal alışkanlıklar, öğretiler, geleneklerin oluştuğu görülmektedir.

Gıda olarak kullanılacak ürünlerin insanın sağlığı, karakter ve kişiliğini belirlediğine dair yaklaşımlar günümüzde de kabul görmekte olup; sağlıklı/güvenilir/güvenli/ yeterli gibi terminolojisi bulunan gıda yaklaşımı da günlük yaşamımızın bir parçası olagelmiştir.

Nüfus & Gıda Paradoksu;

Nüfusun özellikle son yüzyılda hızla artması, gıda konusundaki endişeleri de gittikçe arttırmaktadır. İnsanlığın önündeki nüfusa göre gıda mı, yoksa gıdaya göre nüfus mu paradoksu gittikçe büyümektedir.

Birleşmiş Milletler, 2050'lerde dünya nüfusunun 10 milyara ulaşacağı, 2100 yılında ise 11 milyarı aşacağı tahmininde bulunarak, 2050 yılına kadarki projeksiyona göre, insanlığın önündeki en büyük sorunun gıda olacağı ve bu süreçte bu kadar nüfusun beslenebilmesi için gıda üretiminin bu güne göre en az % 70 arttırılması gerektiğini belirtiliyor.

Tablo; Yıllara Göre Dünya Nüfusu. (Kaynak; BM, UNDP)

Ayrıca gıda güvenliği ile ilgili karşılaşılan ve gelecekte etkileri daha da artarak hissedilecek sorunlar olarak; iklim değişikliği, doğal kaynakların sürdürülebilir yönetimi, kırsal kesimin yönetimi ve bu kesimin ekonomisinin canlı tutulması zorunluluğu sıralanabilir. Bu durum, ülke yönetimlerini de bu yönde bütçeler ayırmaya, planlar / programlar uygulamaya zorlamıştır.

Peki, dünyada nüfus bu kadar hızlı artarken ve de kaynaklar sınırlı ve kısıtlı iken insanlar olarak neler yapıyoruz; İlk kademede, tarım yapılan alanların arttırılması, verimi arttırmaya yönelik gübre, ilaç kullanımı, tohum ve hayvan ıslahı gibi çabalarla üretim önemli oranlarda arttı. İkinci aşamada genetiği değiştirilmiş (GDO) bitki ve hayvanlardan daha çok verim alma çabası, bir çok eleştiri ve komplo teorileri arasında uygulama alanını genişletmektedir. Üçüncü aşamada ise, tarımsal faaliyetlerin sera gazı etkisi nedeniyle zararları olduğu konusunda aşırı abartılı “bilimsel kılıflı” açıklamalar ve kamuoyu oluşturma çabalarının peşinden yapay gıda üretiminin hem insanlığı açlıktan kurtaracağı hem de doğayı koruyacağı propagandaları yoğunlaştırılmış durumdadır. Bu yaklaşımın hedefi, tarımsal faaliyetleri mümkün olan en az düzeye indirmek belki de bitirmek olarak görünüyor.

Bu noktada hem GDO lu hem de yapay gıdaların insan hayatını nasıl etkileyeceğini yukardaki açıklamalar ışığında değerlendirmek gerekir. GDO lu gıdaların insanlar üzerine etkisini söyleyebilmek için henüz erken denilmektedir. Ancak, bu gıdaların insanlar üzerindeki muhtemel etkilerini ortaya koyacak yeterli araştırmalar yapılmadan yaygınlaştırılması, gelecekteki etkilerini belirleme açısından da bir veri ve kayıt sistemi oluşturmayla ilgili herhangi bir planlama ya da yaklaşımın bulunmaması ve yapay gıdalar konusunda da farklı olmayacağının görülüyor olması ; hem GDO lu hem de yapay gıdalar konularındaki şüpheleri, kaygıları arttırmakta ve çok çeşitli komplo teorilerini beslemektedir. Özellikle yapay gıdalara gerekçe gösterilen, sera gazı etkisiyle atmosfere zarar veren etkenlerin % 10 u tarımsal kaynaklı, %90 ı ise İnsanların yeterli önlem almamasından ortaya çıkan endüstriyel kaynaklı olduğu istatistiklerine rağmen tarımsal faaliyetler ve gıda üretiminin etkisinin öne çıkartılması da asıl niyetin sera gazı meselesi olmadığını gösteriyor.

Bir yandan yapay gıda konusunu gündemde tutan, diğer yandan da tüm dünyadaki bitkisel ve hayvansal genetik kaynakları milyarlarca dolarlık fonları olan harcamalar ile toplamak, ele geçirmek ve muhafaza etmek için çalışmalar yapan “güç odakları” dan şu soruya cevap vermeleri beklenir; “Yapay gıdalar doğayı koruyacak ve insan beslenmesini çözecekse, bunca masrafla bu kadar genetik materyalleri ne diye ve kimin için toplayıp muhafaza etmeye uğraşıyorsunuz ?”

Buraya kadarki bölümde, insanlık tarihinin büyük kırılma noktalarını etkileyen konulardan en önemlisinin gıda olduğundan, nüfusun hızla artmasıyla kaynakların kısıtlı hale geldiğinden ve çözüm olarak sunulan uygulamalar (GDO, yapay gıda) ve yaklaşımlarla ilgili sorulara tatmin edici cevap bulamamaktan beslenen komplo teorileri olduğundan bahsettik. Bu konuda birkaç teori öne çıkıyor;

1- İnsan nüfusunun belli oranlarda azaltılması; Büyük savaşlar ve muhtemelen nükleer savaş / savaşlar çıkartılarak dünyada bazı bölgelerdeki nüfusun “seyreltilmesi”.

2- Dünyanın belli bölgelerinde toplanan tarımsal genetik kaynaklardan üretilen doğal gıdaların bir takım kriterlere göre belirlenmiş kişi ve gruplarca tüketilecek şekilde herkes için erişilemez olmasının sağlanması ve geri kalan insanların ise, maliyetleri “makul” düzeye indirilmiş yapay gıdalar ile “beslenmesi” yoluyla hali hazırda gıdaya erişimde zengin ve fakir ülkeler ya da kişiler olarak mevcut olan “kast” sisteminin daha farklı bir formata dönüştürülmesi..

3- Yapay gıdaların, insanları sağlık (fizyolojik/biyolojik/ruhsal), sosyal davranışlar, moral, akıl, şuur olarak kontrol edilebilir, yönlendirilebilir hale getirmek için bir yöntem olarak kullanılabileceği..

Bunlar ve daha pek çok görüşler şimdilik komplo teorileri olarak görülse de gerçek olan; başlangıçtan bu güne kadar olduğu gibi, gelecekte de insanlığın dönüşümü ve değişiminde en büyük kargaşa ve kaosun gıda üzerinden olacağının görünüyor olmasıdır..

İnsanların beslenmesinde maddi, manevi ve moral olarak iyi yönde etkileri olan gıdalarda aranacak kriterlerin, hem bilimsel hem de inanç öğretileri bakımından benzer amaçları taşıdığı görülüyor. Bu nedenle, bize gıda olarak sunulan şeyler konusunda üretimden başlayıp, tüketime sunulma aşamalarına kadar titiz ve seçici olmak her açıdan ağzımızın tadının bozulmaması için önemli görünüyor.

Allah, sağlığımızın ve huzurumuzun bozulmasına izin vermesin..