Kifayetsiz Muhteris; Bir işi yapabilmek için gerekli bilgi ve yeterliliğe sahip olmadığı halde o işi, görevi, makamı kapabilmek için “her şeyi” yapabilecek aşırı hırslı kişi olarak tanımlanır.
Devletlerin ve milletlerin düzeninin bozulmanın sebepleri konusunda yazılmış çok sayıda yazı, kitap, makale bulunmaktadır. Bu eserlerde öne çıkan noktalara bakıldığında; sadece devlet yönetiminde değil aynı zamanda toplumun iş, sanat/zanaat, ticaret, yönetim kademelerindeki ahlak ve güvenin bozulması, iltimas, kayırmacılığın ve rüşvetin yaygınlaşması gibi “toplumsal hastalıkların” milletin tamamında ve devletin genelinde bozulmaya, çözülmeye neden olduğu/olacağının bertildiği ve çözüm önerilerinde bulundukları görülür. Bunların önlemenin temel başlığını ise, liyakat oluşturmaktadır. İbn-i Haldun’un devlet teorisi kapsamında bu konudaki fikrini paylaşmıştık. Bu yazıda diğer kaynaklara bakalım.
Kutadgu Bilig’de bu konuda iki temel nokta ortaya çıkar.
1-Liyakat; “İşi, işin ehline, işe yarayana, hareketi doğru ve dürüst olana ver.” Kutadgu Bilig’te devlet yönetiminde görev verilecek kişilerin seçiminde bir ideal ilke olarak liyakât esasına önerilir. Akıllı, bilgili, gözü tok, uyanık, işinin ehli, tedbiri elden bırakmayan, doğruyu yanlıştan, faydalıyı faydasızdan ayıran (1759,2236, 2603) kişilerin görevlendirilmesinin gereği ve hak etmeyen kişiye makam verilmemesi (4074), hizmete talip olanın denendikten sonra işe alınması (1755) üzerinde durulur. Aytoldı’nın ve Ögdülmiş’in vezirliğe getirilmesi, işin ehline verilmesi düşüncesinin ürünüdür.
2- Danışma, müşavere; Diğer yandan Kutadgu Bilig’te gerek devlet işlerinde gerekse gündelik hayatta yapılacak her işin acele edilmeden (5648), akıllı bilgili kişilere danışılarak yapılmasına (5649-59) işaret edilir. Zira, hükümdar alacağı kararlarda, yapacağı işlerde Aytoldı’ya, o ölünce de Ögdülmiş ve Odgurmış’a danışarak hareket ederken Ögdülmiş ve Odgurmış da meşveret içinde hareket ederler. Burada, devlet yönetiminde kurumlar arasında görüş alış-verişlinin, eşgüdümün olmasının gerekliliği işaret edilmektedir.
Koçi Bey Risalesi; Koçi bey 17 yüzyılda yaşamış olup, dünyanın en büyük imparatorluğu görünen devletin aslında duraklamakta ve içten içe çürümekte oluşunun sebeplerini ortaya koyan iki risale yazarak Sultan IV. Murat ve Sultan İbrahim’e sunmuştur.
Koçi Bey’in tespit ettiği aksaklıkları; Yüksek dereceli makamlara yapılan atamaların kişilerin liyakatlerine bakılmaksızın yapılması, sarayda padişaha yakın çevrelerin ön plana çıkarak rüşvet karşılığı atama yapılması,
Memurların görevdeki başarılarının göz ardı edilerek, çekememezlik ve kıskançlıklar sonucu çıkarılan dedikodular ile haksız yere görevden alınması,
Rüşvetin devletin tüm kademelerinde yaygınlaşması,
Başarılı kişilerin iftira ile görevden alınması hatta öldürülmesi,
Askerlik ve yeniçerilerde hatta bilim adalette ile ilgili de benzer bozulma tespitleri,
İsraf ve suistimal nedeniyle artan masraflar için vergilerin artırılmasının etkileri gibi konuları cesaretle dile getirmiştir.
Bunun üzerine IV. Murat, tarihte sert ve tavizsiz olarak tanınmasına yol açan, devlette yolsuzlukların önlenmesi, ordunun disiplin altına alınması gibi devletin altını oyan çürümeleri önlemek için tedbirler almıştır.
Liyakat(sizlik)le ilgili günümüzden bir bilimsel çalışmaya bakalım;
Cahil Ukalalığı (Dunning-Kruger Sendromu); İki psikiyatri uzmanı, “Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır” teorisini ortaya atmıştır. Bunun üzerine bir araştırma başlatıldı. Fizyolojik ve zihinsel alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda şu bulgulara ulaşıldı:
·Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.
·Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir.
·Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler.
·Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa niteliksiz insanlar, kendi kapasitelerinin düşüklüğünün farkına varmaya başlarlar.
Cornell Üniversitesi'ndeki öğrenciler arasında bir test yapıldı ve klasik "Nasıl geçti?" sorusuna öğrencilerden yanıtlar istendi...
Soruların yüzde 10'una bile cevap veremeyenlerin “kendilerine güvenleri” müthişti. Onların "testin yüzde 60'ına doğru yanıt verdiklerini" düşündükleri; hatta "iyi günlerinde olmaları halinde yüzde 70 başarıya bile inandıkları" ortaya çıktı. Soruların yüzde 90'ından fazlasını doğru yanıtlayanlar ise “en alçakgönüllü” deneklerdi; soruların yüzde 70' ine doğru yanıt verdiklerini düşünüyorlardı. Bu sonuçlar bir araya getirildi ve Dunning-Kruger Sendromu'nun metni yazıldı:
İşinde çok iyi olduğuna yürekten inanan ‘yetersiz’ kişi, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür. Ancak bu ‘cahillik ve haddini bilmeme’ karışımı mesleki açıdan müthiş bir itici güç oluşturur. ‘Eksiler’ kariyer açısından ‘artıya’ dönüşür. Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar çalışma hayatında ‘fazla alçak gönüllü' davranarak öne çıkmaz, görevlere kendiliklerinden talip olmaz, kıymetlerinin bilinmesini beklerler... Tabii beklerken kırılır, kendilerini daha da geriye çekerler. Muhtemelen üstleri tarafından da ‘ihtiras eksikliği’ ile suçlanırlar. Sonuçta, ‘kifayetsiz muhterisler’ kurumsal yapının bozuk olduğu her zamanda ve her yerde daha hızlı yükselirler. Bu durum yaygınlaştığında ise o devletin veya o kurumun/ şirketin batışı kaçınılmaz olur. .
Galiba, Dunning ile Kruger'in, bu çalışmalarıyla 2000'de, Nobel yerine Harvard Üniversitesi'nin Ig Nobel'ini (Nobel’in bir parodisi olarak verdiği ödül) alma nedeni "cahil” olmamalarıydı.
Sonuç; Liyakat hem işi bilmeyi, hem de devlete sadık olmayı ve ahlaklı olmayı da kapsayan bir kavramdır. Liyakati bir taraf bırakan ya da birkaç kötü örnekten bir şey olmaz yaklaşımı bir çuval incirin içine bir avuç çürük konulmasının çuvalın tamamını çürütmesi gibi sonuç verdiği söylenir. İnsan nefsi gereği kendini yetiştirmek yerine layık olmadığı, bilmediği, beceremediği işlere makam hırsı, para, şan/şöhret için talip olur.
Dilimizde “kifayetsiz muhteris” olarak tanımlanan bu kişilerin yolunu açan karar vericiler, aslında kendi başarılarının altını oyacak kişilerin önünü açtıklarını anladıklarında çoğunlukla iş işten geçmiş oluyor.
Doğru kişi/kişileri bulma sorumluluğu karar vericilere ait olduğundan, doğal olarak yaptıkları tercihleri, kendilerinin başarılı olup olmayacağının da göstergesi olmaktadır.