Ülkemiz her alanda olduğu gibi, tarım sektöründe de daha iyisini yapabilecek potansiyele sahiptir. Dünyada tüm ülkelerde nüfus artarken tarımsal faaliyetlerdeki istihdamın azalması yeterli ve güvenli gıdaya erişim riskinin artmasıyla, teknoloji ve sanayideki gelişmelere paralel olarak tarımda girdi temini ve ürün pazarlama ve üretim sürecindeki risklere karşı önlemleri içeren yeniden yapılanma, mekanizasyon, yeni teknik ve teknolojilerin kullanılmasını zorunlu kıldığı bilinmektedir.

Tarımda yeni teknolojilerin kullanılması üretimi arttırmıştır. Bu süreçte bazı ülkelerde geleneksel yöntem ve bilgilere bazı makinaların eklenmesi şeklinde sınırlı kalırken diğer ülkelerde ise tarımsal faaliyet yapılan çiftlikler, girdi temini, üretim aşamalarındaki risklerin yönetimi, hasat, depolama, işleme, pazarlama gibi faaliyetlerin bir bütün olarak planlandığı ve yönetildiği bir “işletme” olarak dönüştürülmüş, yapılandırılmıştır. Günümüzde, bu yapısal dönüşüm yanında ithalatı azaltıcı ve kendine mümkün olduğunca yeterli olma hedefi olan bir yaklaşımla tarımsal üretim, fiilen büyük ölçüde korumacı bir sektör olarak kabul edilmekte ve tarımsal planlamalar bu yönde yapılmaktadır. Her ülke kendi menfaatleri doğrultusunda korumacı tedbirler uygularken, aynı zamanda Amerika’da NAFTA, Avrupa’da AB, Asya’da Şanghay Birliği olarak üç ana eksende ekonomik menfaat gruplaşmaları olarak bloklaşmış olan ülkeler diğer bloklara karşı korumacı politikalar uygulamaktadırlar.

Bu korumacı ve ithalatı azaltma amaçlı politikaların uygulanmasında devletlerin destek ve yönlendirmeleri yanında, girdi temini, üretim süreci ve pazarlamada kooperatifler ile diğer STK ların pazar payının yüksek olmasının büyük etkisi bulunmaktadır.

AB ülkelerindeki durum; Kooperatiflerin süt ve süt ürünleri pazarlamadaki (tüketiciye sunulması) payları % 50- 99 oranında bir paya sahip olduğu görülüyor. İspanya ve Yunanistan’daki kooperatiflerin AB ortalamasına göre az gibi görünen pazarlamadaki paylarının bile ülkemizden 4-5 kat daha fazla olduğu görülmektedir. Kırmızı etin pazarlamasında STK ların payları ise % 20- 76 arasında değişmektedir. Kırmızı ette pazar payları süte göre düşük şeklinde değerlendirmek doğru olmaz. Sütün pazar payının oransal yüksek olmasının yani,  süt üretimi ve pazarlamadaki istikrarın doğrudan kırmızı eti de olumlu yönde etkilediği anlamına geldiğini unutmamak lazım.

Kooperatiflerin ve birliklerin pazar paylarının, piyasayı büyük ölçüde etkileyen, yönlendiren bir güce sahip oldukları görülmektedir. Bununla birlikte, istikrarı sağlamada üreticilerin girdi maliyetlerinin de makul ölçülerde olması ile mümkün olabilmektedir. AB ülkelerinin önemli bir kısmında girdilerin temininde tarımsal örgütlerin payının tüm girdileri sağlama açısından da ülkelere göre % 40-70 arasında olduğu ve piyasayı büyük ölçüde etkileyen, yönlendiren bir paya sahip oldukları görülmektedir.

Ülkemizdeki durum; AB üyelik süreci maceramızda diğer konuları bir taraf bırakarak tarım ilgili noktalara bakacak olursak; Türkiye-AB Ortaklık Konseyi’nin 6 Mart 1995 tarihli toplantısında kabul edilen 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı uyarınca, 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren gümrük birliği tamamlanmıştır. Buna göre, Türkiye-AB Gümrük Birliği, sadece sanayi ürünlerini ve işlenmiş tarım ürünlerini kapsamakta, geleneksel tarım ürünleri ise kapsam dışı bulunmaktadır. İşlenmiş tarım ürünlerinde gümrük vergileri tespit edilirken, tarım payı ile sanayi payı ayrılmakta ve sadece sanayi payı vergi muafiyetine tabi tutulmaktadır. Gümrük Birliği’nin tamamlanmasıyla Türkiye, AB’nin 1971’den bu yana tek taraflı olarak uyguladığı biçimde, AB’den gelen sanayi ürünlerine yönelik tüm gümrük vergilerini ve eş etkili tedbirlerini ortadan kaldırmıştır. Ayrıca, uygulanan miktar kısıtlamalarına da son verilmiştir. Geleneksel tarım ürünlerinde, tütün, kuru üzüm, kuru incir, fındık kapsamı genişletilmiş ve sanayi ürünleri de serbest dolaşıma dâhil edilmiştir. Protokol’de belirlendiği gibi serbest dolaşıma tabi olan mallarda taraflar karşılıklı olarak gümrük vergilerini düşürmüş ve 1996 yılında Türkiye, AB Gümrük Birliği’ne tam üye olmuştur. AB ülkeleri kendini avantajlı gördüğü için sanayi malları ve işlenmiş tarım ürünleri kapsam içinde tutulmuştur.  Geleneksel tarım ürünlerinde de sadece ülkemizin üretimde dünyada önemli paya sahip olduğu tütün, kuru üzüm, kuru incir, fındık gibi ürünlere serbest dolaşım ve vergisiz girişine yolu açarken kendi ülkelerinde de üretilen diğer tüm tarım ürünlerini ve üreticisini sıkıntıya sokabileceği endişesi gümrük vergisi duvarı ile korumaya almış durumdadır.

Rekabet Gücünü Arttırma Dönüşümünde Durum; Ülkemizde gümrük birliğinden sonra tarım sektöründe rekabet gücünü arttırıcı yönde büyük bir dönüşüm olması gerektiği beklentisi oluşmuştur. Bu beklentiler, o dönemden bu güne çokça yazılıp çizildiği gibi halen tartışılan konular olagelmiştir. Türkiye’de en son 2001 yılında yapılan genel tarım sayımına göre büyükbaş ve küçükbaş hayvancılık yapan işletmelerin sayısı kapsamında işletme büyüklüklerine bakıldığında; büyükbaş işletmelerinin % 85 inin 1-9 baş hayvan olan işletmeler olduğu görülmektedir.  Küçükbaş işletmelerin % 54 ünün ise, 20-149 baş hayvana sahip olduğu görülmektedir. Son tahminlerde işletme büyüklükleri arttığı görülse de hala çoğu işletme ekonomik ölçekte üretim yapacak yapılanmaya dönüştürülememiştir. Buradan, küçük aile işletmeleri yok olmalıdır sonucu çıkarmamak gerekir. Tam aksine, aile işletmelerinin sektörün sigortası olduğu da unutulmadan kooperatif çatısı altında güçleri birleştirilerek piyasanın acımasızlığına terk edilmemesi, girdi temini ve ürün pazarlamada fiyat oluşumunda etkin olmalarının sağlanması dikkate alınması gereken önemli bir noktadır. Maalesef kooperatifler ve birlikler de aile işletmeleri için güç birliği aracı olacak yapılanma, görev tanımı, finansman ve piyasayı etkileyecek güçte olamamışlardır.

25 Nisan 2006 tarihinde 5488 sayılı “Tarım Kanunu” nun çıkartılması ve tarımsal desteklerin başlaması ülkemizde bu konuda önemli bir adım olmuştur. Desteklemelerle belli ölçüde rahatlamaya kavuşan çiftçilerimizde, bu seferde girdi temini ve ürün pazarlamadaki sıkıntıların arttığı yönünde yakınmalar başlamıştır. Tarımsal üretimde de diğer sektör işletmelerinde olduğu gibi girdileri, üretim süreci, depolama, işleme, pazar takibi, uygun fiyatla satış gibi süreçler işletmenin makul düzeyde karlılığı için hayati önem sahiptir. Girdi temininde ve ürün pazarlamada örgütlü yapıların zayıf ve amacına uygun olamayışı nedeniyle piyasada pazar ve belirleyicilik gücünün zayıf olması, sektörü zorlayan güçlükler olarak görülmektedir.

Özelleştirme öncesi, devlete ait yem sanayinin ve sütün pazarlanmasında SEK in, et konusunda ESK nın önemli bir pazar payı ve dolayısıyla piyasa kontrol gücü (SEK süt sektöründe % 25- 27 civarında bir payı) bulunmaktaydı. Bu durum hayvancılıktaki en önemli girdi olan yem temininde ve süt ve ette piyasada anormal fiyat hareketlerini önleme bakımından üreticiye belli ölçüde güvence sağlamaktaydı.

Bu alanı doldurması beklenen, ne 5996 ve 5200 sayılı kanunlara göre yeni kurulan birliklerin ne ziraat odalarının ne de 1163 sayılı kanun kapsamında kurulmuş olan kooperatiflerin finansal güç, kurumsal yapı, görev tanımına, fonksiyona ve profesyonel idari güce sahip olamadıkları görülmektedir. STK ların pazar payı bakımından bu oran sütte % 5 in altında olup, ette ise % 1 e bile zor ulaşmaktadır.

Devletin özellikle bazı alanlarda çok iyi destek ödemeleri yapmasına rağmen, işletmelerin küçük ve bireysel faaliyette bulunuyor olmaları nedeniyle,  girdi teminlerinde ve ürünlerin pazarlanmasında piyasada etkin güç olamamakta ve girdi sağlayıcılar ile ürünleri alan firmalar karşısında çaresiz ve alternatifsiz hissettikleri yakınmaları olmaktadır. Çiftçi açısından desteğin her artışı yem üreticilerinin zam yapmasına, süt alıcılarının ise destek oranında sütün piyasada oluşacak fiyatını aşağı çekmesi baskısı ile sonuçlandığı algısı ve şikâyetleri dile getirilmektedir. Süt tavsiye fiyatının taban (en alt)  fiyat olması gerekirken fiilen en üst fiyat olarak uygulanıyor olması, belli bazı firmaların rekabet ortamından ziyade kartelleşme görüntüsü verecek şekilde bölgeleri paylaştıkları ve birbirlerinin bölgesine girmedikleri, tavsiye fiyatı altına çekmeye çalıştıkları, fiyatları kendi isteklerine göre uyguladıkları da çiftçilerin iddia ve yakınma konuları arasında görülmektedir. Buna karşılık firmalar, farklı gerekçe ve bakış açılarıyla daha farklı açıklamalar getirebilmektedirler.

Doğru Yapılanma İhtiyacı; Tüm tarımsal STK’ların, dünyadaki başarılı örneklerinde olduğu gibi,  kurumsallaşmaları, profesyonel bir yönetime sahip olacak şekilde yeniden yapılandırılmaları, görev tanımlarının “birlikler kargaşası/karmaşası “ nı giderecek tarzda yeniden ele alınmasında fayda olduğu sektörde hep konuşulan bir konudur. Hem girdi temininde hem de ürün pazarlamadaki pazar paylarını arttırmaları, fiyat oluşumunda pazarlık gücü kazanmaları ve diğer talepleri ya da sorunlarının çözümü için kamuoyu ve karar vericiler üzerinde etkisi olabilecek güçlü lobi gücü sağlayacak yapılanmaya ihtiyaç olduğu görülüyor. Örneğin, sütün yarıya yakınının soğuk zincire tabi olmadığı, kayda girmediği düşünülürse STK’ların doldurması gereken büyük bir faaliyet alanı bulunmaktadır.

Girdi temini ve pazarlama konusunda piyasada oluşabilecek her türlü dalgalanmalara karşı regülasyonların öncelikle çiftçi örgütleri eliyle yapılaması planlanmalıdır. Bu amaçla yeniden yapılandırılması gereken STK ların, devletin kurallarını koyduğu operasyonlar çerçevesinde profesyonel yönetime sahip, finansman kaynakları sağlam ve günlük siyasal polemiklerin dışında olmaları, girdi temini ve ürün pazarlamada güçlü lobi gücü olmaları sağlanmalıdır. Devlet ait kurumlar ise rutin faaliyet olarak, savaş, doğal felaket, üretim miktarında beklenmedik düşüşler gibi durumlarda devreye girmek üzere stratejik stok yönetimi ile sorumlu olmalıdır. STK'ların gücünü ve kapasitesini aşan “kriz” statüsündeki durumlarda “ikinci kademe müdahale gücü” olarak yönlendirme yetkisine sahip olacak şekilde görev tanımlamalarının yapılması, alt yapılarının buna göre düzenlenmesi konusunun gündeme alınması değerlendirilmelidir. Böylece piyasa regülasyonu mekanizmasının yelpazesi genişleyecek ve devlete ait kurumların yükü azalacak, müdahalede manevra kabiliyetleri ve etkileri daha da artmış olacaktır. Ayrıca, süreç içerisinde oluşabilecek belirsizlikleri ve bazen de kargaşayı fırsat bilerek gücünü, etkisini, üretici aleyhine arttırdığı iddia edilen ithalat lobilerin normalleşmesi ve bu iddialara muhatap olmaktan kurtulmaları kendiliğinden oluşacaktır.   

Ülkemizin ve çiftçimizin, sorunların tümünü aşmaya yetecek birikimi, potansiyeli vardır. Birçok önemli gelişme sağlanmış ve üretim artışı sağlanmış olan sektörde yapılanları yeterli görmeden “sadece en iyi yeterince iyidir” anlayışıyla iyi işleri arttıracak, sorunları çözecek planlamalar, yapısal dönüşümler ve gayretler ile birçok kalem üründe tarımsal üretimi katlamak mümkündür.