Tarım topraklarının mülkiyet hakkının, keyfiliğe yol açmadan belli bir planlama içerisinde üretimde kullanılması konularını içeren “toprak rejimi” olarak tanımlanan idari ve hukuki uygulamalar, tarımsal üretimin sürdürebilir olması için yapılan diğer tüm faaliyetlerin temelinde olan bir konudur.

Batı Toplumlarında Toprak Rejimi Süreci

Feodal düzen içerisinde, toprağın sahibi olan derebeylik sistemi ve bu topraklarda çalışanlar üzerinden tanımlanan toplumsal sınıf farklılığı yapılanması söz konusu idi. Derebeylikler, toprak üzerinde istediklerini yapabilecekleri mutlak bir mülkiyet ve tasarruf sahibi iken, çiftçilerin mülkiyet, kullanım hakkı ve herhangi bir şekilde miras yoluyla devri konusunda güçleri/tasarruf hakları yoktu. Diğer bir deyişle, batı toplumlarında sosyal sınıf farklarının ve sermayenin biriktiği burjuvazi grubunun oluşmasında bu toprak rejiminin büyük etkisi olmuştur.

Uygulanan toprak rejiminin etkileri ve ağır vergilerin halkın hayat şartlarını zorlaştırılıyor olması, çok daha az vergi alan ve daha yüksek bir hayat standardı sunan milletimizin 16 yüzyılın sonuna kadar süren batıya doğru ilerlemesinde ve fetih hareketlerinde yerel halkın Selçuklu ve daha sonra Osmanlı Devletinin yönetimine girmeye çok fazla direnmemesi ve hatta gönüllü olması üzerindeki etkisi önemlidir.

Batıdaki feodal düzen ve derebeylik üzerinden yüzyıllardır yürütülen toprak rejimi ile özel mülkiyetin ve sermayenin mutlak hâkimi olan burjuva sınıfının tasarrufları halkta huzursuzluğa yol açmış olsa da sanayi devriminde ve kapitalizmin kurumsallaşması sürecinde bu sermaye birikiminin önemli bir etkisi olduğu da muhakkaktır. Bu aşamadan sonra sermaye sahibi burjuva sınıfının hâkimiyet alanı toprak ve çiftçi kesimine ilaveten genişleyerek, sanayi sektörünü ve burada çalışan işçileri de kapsayacak şekilde format değiştirmiştir.

Günümüzde kapitalist ülkelerde kapitalizmin öğretilerindeki “sınırsızlık ve keyfiliğin” aksine olarak; girdi maliyetlerinin azaltılmasının ve üretimin arttırılması amacıyla üretim planlaması, tarım arazilerinin kullanımı, toprak mülkiyeti, satışı konularında mülkiyet hakkından kaynaklanan keyfiliği önlemek ve üretimin sürdürülebilirliğini sağlamak için teşvik, yönlendirme, vergi rejimi gibi müdahaleler hatta zorlama denilebilecek uygulamaları bulunmaktadır. Bu konuda iki örnek;

Amerika; Çiftlik yapılarının ve tarım topraklarının miras ya da parçalı satış yoluyla küçülmesi, parçalanmasının önlenmesi, çiftliğin bütünlüğü bozulmadan üretim faaliyetini sürdürecek nitelikli bir varise devredilmesini sağlanması, çiftlik binaları ve arazileri vergilerinin % 40-70 oranında daha düşük tutulması..

Hollanda; Arazi üzerindeki sermaye kazançların kişisel ve kurumsal gelir vergisinden muaf tutulması,

Sürekli olarak tarımsal faaliyetler kapsamındaki arazilerin değer artışlarının vergiden muaf tutulması,

Çiftçinin ne üretebileceğinin bölgesel kooperatifler üzerinden planlanması, ekim yapılacak ürünler onaylandıktan sonra, belirlenen plan ve programa göre çalışma başlatılması,

Çiftçiler üretimin her aşamasına uzman kooperatif yetkilileri ile iş birliği içerisinde karar vermesi, hasat zamanı personel desteği sağlanması, tarım bütçesinin 7 yıllık yapılarak çiftçi bu dönem boyunca hangi ürüne ne kadar destek alacağını bilmesi, çiftçinin her aşamada denetlenmesi ve her yıl üretiminin kalite olarak puanlandırılması, mülkiyeti değişse bile, tarım toprağında sunulan seçenekler dışında bir ürünün üretilememesi..

Rusya ve Çin gibi “sosyalist” ülkelerde ise, tarım arazilerinde devletin yönlendirme ve zorlama etkisi “kapitalist” ülkelerinkine göre çok daha yoğun ve zorlayıcıdır.

Ülkemizdeki Toprak Rejimi Süreci

Osmanlı’da toprağın mülkiyet hakkı devlete ait olup, doğrudan merkezi yönetim tarafından oluşturulmuş hiyerarşik bir mülkiyet kullanım hakkı sıralaması getirilmiş olan “mir-i arazi” denilen toprak sistemi vardı. Toprakta en büyük pay sahibi olan padişahı sadrazam, vezirler, ümera, beylerbeyi, sancakbeyi ve askeri görevler için dirlik verilen sipahiler izlemektedir. Sistemde üç grup toprak kullanım hakkı bulunmaktadır.

Has; Geliri 100.000 akçeden fazla dirlikler olup üst düzeydeki idarecilere tahsis edilmişlerdir. Has sahipleri savaş zamanı her beş bin akçe için atlı ve silahlı bir asker hazırlamakla yükümlü olmuşlardır. Has göreve bağlı olarak verildiği için sahipleri de sık sık değişmiştir.

Zeamet; Geliri 20.000-100.000 akçe arasında olan ikinci derecedeki emirler, beyler ve sancak beylerine verilen dirliklerdir. Zeamet sahipleri, her beş bin akçe için bir asker hazırlamakla yükümlü olmuşlardır. Topraklar çok sınırlı bir şekilde ve izinle babadan oğula geçmiştir.

Tımar; Tımar sistemi, devletin bir takım gelirlerini hizmet karşılığında dirlik sahibi denilen ve genellikle askeri ve idari görevler yüklenen kişilere verilmesine dayanmaktadır. Devlet, tımar sistemi ile vergi gelirlerini toplamak için büyük bir mali örgüt kurup bunun devamını sağlama yükümlülüğünden kurtulmuş, aynı zamanda vilayetlerde düzeni sağlamış ve savaşlar için de büyük bir askeri güç oluşturmuştur. Mir-i arazi sistemi ile yetiştirilen bu büyük askeri güçle uzun yıllar üç kıtada hüküm sürmesini sağlamıştır. Ekonomik açıdan toprakları rasyonel bir şekilde işleterek hububat üretiminin ara verilmeksizin sürdürülmesini amaçlayan tımar sistemi Osmanlı tarımının temelini oluşturmuştur. Bu sistem, Selçuklu toprak düzeni olan “askeri ikta” sistemini esas almıştır. İkta sistemi ise, Hz. Ömer zamanında fethedilen yerlerde sahipsiz toprakların, devlete vergilerinin ödenmesi şartı ile şahıslara kullanım hakkı verilmesi yöntemi ile başlamıştır.

Köylü kiracı olarak toprağı işlemektedir ve toprağı kullanım hakları karşılığında devlete vergi ödeme yükümlülüğündedir. Çiftçiler yaptıkları üretime göre adlandırılmış ve buna göre kategorilere ayrılmış olup; çift, nîm, bennâk, caba, mücerred gibi sınıflara ayrılan köylüler, kullanımlarında bulunan arazi büyüklüğüne göre vergilendirilmişlerdir.

Tımar sisteminde üretimde tutulduğu sürece, toprağın kullanım hakkı babadan oğula geçebilmiştir. Bu da batı toplumlarında yaşanan ve sınıf farkı yaratan derebeylikten farklı olduğu için uzun süre sistemin işlemesine imkân sağlamıştır. Toprağı kiralayan ve işleyen çiftçiye de tanınan haklar Osmanlı toprak düzeninde en önemli konulardan biri olmuştur. Toprağını nadas dışında 3 yıl üst üste işlemeyen çiftçiden “çift bozan” veya “leventlik akçesi” adı altında toprağın boş kalmasından doğan zararları ödemek için vergi alınmıştır. Boş kalma durumunun devamında kullanım hakkı başkasına verilebilmektedir. Arazi kullanımına karşılık toprağın verimliliği de dikkate alınarak elde edilen üründen genel olarak. 1/10 ile 1/50 arasında ayni “aşar/öşür” vergisi alınmış ve her yıl arazi büyüklüğüne ve verimine göre değişen miktarda “çiftçi akçesi” adı altında devlete arazisi kirası olarak vergi ödenmiştir.

Kayıtlara bakıldığında en önemli ürünlerin tahıllar olduğu görülmektedir. Pirinç, pamuk, kendir, kenevir ve tütün önemli pazar oluşturan ürünler olmuştur. Ayrıca, küçükbaş hayvan üretimi, sebze tarımı, bağcılık olmak üzere meyve yetiştiriciliği de önde gelen tarımsal faaliyetler arasında yer almıştır.

Tarım ürünlerinin fazlası devletçe satın alındığı için bu işleyişi bozacak ve değiştirecek hiçbir çabaya izin verilmemiştir. Bu durum, değişime ve yeniliğe karşı dirençli bir yapıya dönüşmüştür.

Bu toprak rejiminin yoğun sermaye birikimini engelleyici yapısı olduğundan, kapitalizmin gerektirdiği sınıflar arası mücadele bilinci ve burjuvazi hiç oluşamamıştır. Ancak, duraklama dönemi ile de toprak düzeni yani mir-i arazi düzeni bozulmaya başlamıştır. Osmanlı Devleti, görece üstün olduğu toprak rejimi sayesinde toplumsal refahı sağlama bakımından önde iken, sanayi dönemine geçiş sürecinde mülkiyet ve sermaye birikimi konusunda gerekli reformları yapamamış bunun yerine geleneksel çizgide kalmayı tercih etmiştir. Bu nedenle, sanayileşme sürecinde sermaye ve özel mülkiyet gücü olmayan halkın sanayi dönüşümüne katkısı olamamıştır. Devletin, güç açısından zayıflamış, duraklama/ gerileme dönemlerine rastlayan bu dönemde sanayi adına sayılabilecek yatırımlar ise, çok kısıtlı çabalarında ibaret kalmıştır.

Mir-i Arazi Düzeninin Bozulması; 1856 Islahat Fermanı, yabancıların toprak satın alabileceği gibi vaatlerde bulunmuş, Arazi Kanunnamesinin 1858 yılında yayımlanmasından itibaren bireyler mülk edinme hakkına sahip olmuşlardır. Özellikle Tanzimat döneminde ülkede toprak satın almak isteyen yabancılar, liberal bir toprak sistemi yönünde zorlaması sonucu zaten etkisizleşmekte olan tımar sistemini ortadan kaldırmıştır. 1841 ve 1847’de çıkarılan iki nizamname ile birlikte kişilerin ellerindeki topraklara tapu verilmeye başlanmıştır. Yine 1849 ve 1858 tarihli kanun ve nizamnamelerle miri arazinin borç mukabili el değiştirmesi kabul edildi. 1857 yılında neşredilen arazi kanunu ile iktisap, mülkiyet ve intikal usulleri yeni esaslara bağlanmıştır. Bu arada tımarla birlikte zeamet de kaldırılmıştır. Yabancılara toprak alma hakkı 1866 yılında çıkarılan bir yasa ile tanınmış ve izleyen yıllarda Batı Anadolu’da yabancıların eline geçen topraklar, 56 milyon dönüme ulaşmıştır. Bu dönemde kapitülasyon altında olan ülke, 1878-1913 yılları arasında tarım ürünleri ithalatına her yıl ortalama 12 milyon altın lira ödenmiştir.

Cumhuriyet Dönemi

Medeni kanunun 1926 tarihinde kabul edilmesiyle mutlak mülkiyet esası getirilmiştir. Devlet böylece, araziyi geri alma hakkını kaybetmiş, miri arazi değil mülk arazisi toprak mülkiyetinin esasını oluşturmuştur. Medeni Kanun, on yıl nizasız ve fasılasız hüsnüniyetle ve malik sıfatıyla tasarruf edilen arazinin tapu dairesine zilliyetleri namına tescil edilmesini kabul ederek, arazi üzerinde özel mülkiyet hakkını tesis etmiştir. Tımar sisteminde, çiftçilerin işleme gücüne göre tarım arazisi verilmesi nedeniyle zaten küçük yapıda olan tarım toprakları medeni kanun ile parçalı satışa ve miras yoluyla bölünmeye açık bırakıldığı için iyice küçülerek, üretim maliyetlerinin yüksek olduğu ekonomik üretim yapılabilecek ölçeğin altına düşmüştür. Birçok arazi de miras anlaşmazlıkları nedeniyle kullanım dışı kalmıştır. Son yıllarda arazi toplulaştırma projesi kapsamında önemli aşamalar kat edilmiş olmakla birlikte tarım arazilerinin bütünlüğünün korunmasında hala sıkıntılar görülmektedir.

Tarım topraklarının mülkiyet hakkının, üretilecek ürünlerin seçilmesi ve toprağın tarım dışı bırakılması, ekim yapılmaması, miras ya da parçalı satışla küçültülmesi konularında keyfi tasarruflara yol açmasını önleyecek mevzuat, planlama ve destekleri içeren bir toprak rejimi sistemi kurulması önemlidir. Zira tarım topraklarının, keyfiyetin hâkim olduğu kişisel bir mülkiyet alanı olmaktan ziyade toplumsal fayda tarafının daha öncelikli bir alan olarak algılanması bir zorunluluktur. Üretimin tüm aşamalarındaki maliyetleri düşürmek ve verimi arttırmak amaçlı destek politikalarından ancak bu temel kurulduktan sonra olumlu sonuçları alınabilir.