Bir insanda eğer ahlak kalmamış onda ahlak çökmüş ise o insanda dürüstlük aramayınız.

Mehmet Çatakçı 

Bugün itibariyle toplum olarak ekonomik krizin yarattığı derin bir yoksulluk yaşıyoruz. Ama esas itibariyle devleti yönetenlerden toplumun bütün katlarına kadar çok daha büyük bir krizimiz var, o da ahlak krizi…

Neden bu noktaya geldiğimiz konusunda elbette pek çok sebep sayabiliriz. Ama bütün bunlar ekonomik krizin, gelir dağılımı adaletsizliğinin, hukuksuzluğun, liyakatsizliğin, nepotizmin tarifi imkansız bir yozlaşmayı da beraberinde getirdiğini ve doğal olarak ahlaki çürümenin kaçınılmaz olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Ama biliyoruz ki bizim toplumumuz ahlakı, dinin esasından soyutlayıp sadece kişilerin bireysel davranışlarına hapsettiği için, bir başka deyişle ahlakı kadınların etek boyuna kadar indirgediği için siyasette-ticarette olup biten yolsuzlukları ahlaksızlık kapsamında değerlendirmemektedir.

Oysa sadece parasal konularda yapılan hadsizlikler değil, liyakatsiz insanları devlet görevlerine getirmek de yolsuzluktur, sınavları kazandığı halde mülakat sistemiyle eş-dost-akraba kayırmacılığı ile sınavı kazanan insanların haklarını gasp etmek de yolsuzluktur, hırsızlıktır.

Hukuku siyasi emellerine alet ederek, adil yargılanma hakkını yok edip insanların özgürlüklerini ellerinden almak da yolsuzluğun ve ahlaksızlığın en şiddetli halidir.

Eminim günümüzdeki dindar insanlara Hz. Peygamber’in “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” hadisini hatırlattığınızda, hiç tereddütsüz kabul ederler ama hayatlarını temel ahlaki ilkelerin geçerli olmadığı bir düzlemde yaşamaya devam ederler.

Dolayısıyla ilahi hitaba muhatap olan insanlar, dinle hayatı ayrı kompartımanlarda değerlendirdikleri için gerek ülkeyi yönetenler katında gerekse ticari hayatta yaşanan yalanları, yolsuzlukları, hırsızlıkları sanki bunlar hayatın normaliymiş gibi kabullenmekte bir beis görmemektedirler. Dahası, vicdanındaki ahlaki sınırları bile hile yoluyla baypas eden günümüz Müslümanı, nasıl olsa bir fetva bulup paçayı kurtarırım diye düşünüyor olmalı ki dinin öneri ve uyarıları da artık onu bağlamaz hale gelmiştir.

Maalesef bugün geldiğimiz nokta düşündürücüdür, zira din insanların hayatını ahlaki ilkelere göre tanzim eden ilahi bir mesaj olmaktan çıkarılarak bir bakıma kötülükleri ‘aklama mekanizması’na dönüştürülmüştür. Bu konuda siyasetten ticarete, cemaat-tarikat ilişkilerinden bireysel davranışlara kadar pek çok alanda sayısız örneklerle karşılaşmak mümkün.

Bütün bu ahlaki ilkeler ışığında bugün toplumumuzda yaşananları değerlendirdiğimizde, ne yazık ki gördüğümüz manzara hiç de iç açıcı değil.

Sırf kendi siyasal çıkarları için yalan söyleyen, muhataplarını itibarsızlaştırmak adına “Ama montaj ama şu ama bu” benzeri ifadelerle dezenformasyon yapan bir anlayışı ahlaki bir davranış olarak görebilir miyiz?

Bir diriliş ayı olan ramazan da bile siyasi muarızlarına karşı kumpas kurduğu için vicdanı sızlamayan insanları, hangi ahlaki kategoride değerlendirebiliriz?

İnsanların inançları üzerinde hegemonya kurarak mal ve nüfuz biriktiren cemaat-tarikat saltanatı içinde “Menzil Şeyhi Vergisini, sadakasını, zekatını veriyorsa lüks arabaya biner! sana ne...” diyen bir takkeli-cübbeli hurafecinin sözlerini hangi ahlakla izah edebiliriz?

Umarız her şeye rağmen hala vicdanlarının sesini duyabilen, “dindarlar için ahlak olmasa da olur” demeyen ve kötülüğün imparatorluğuna teslim olmayan bir dindarlar topluluğu kalmıştır…

Ahlak zaten dinimizin en önemli emri değil mi?

Ahlaktan uzaklaşanlar dinimizin emirlerinden de uzaklaşır.