İyilik, insan olmanın en saf halidir. Karşılık beklemeden yapılan bir tebessüm, bir yardım, bir omuz… Ama zamanla bu saflığın içine bir gölge düşmeye başlar, beklenti.

Artık biri birine yardım ettiğinde, bilinçli ya da bilinçsiz bir beklenti de ekiyor yüreğine. Bir gün o kişinin, en azından bir teşekkürle ya da yanında olma tavrıyla o iyiliğe karşılık vereceğini düşünüyor. Ve işte o an, iyilik artık iyilik olmaktan çıkıyor.

İnsanlar, iyilik yaptıkları kişiden vefa bekliyor. Belki zor günlerinde yanında olmasını, belki bir gönül almasını... Ama bekledikleri şey gelmediğinde, derin bir hayal kırıklığına uğruyorlar. Sonra da o hayal kırıklığı, yerini öfkeye, suçlamaya, hatta düşmanlığa bırakıyor.

Ben ona iyilik ettim, o bana kötülük yaptı.

Bu cümleyi kaç kez duymuşuzdur… Belki de asıl sorun, iyiliği bir yatırım gibi görmemizde.

Oysa gerçek iyilik, beklentisizdir. Kayıtsız şartsızdır. İyilik, karşılık için değil; iç huzur için, insanlık onuru için yapılır. Eğer içinde bir çıkar ya da dönüş umudu varsa, o artık iyilik değil, bir pazarlıktır.

İyilik yaptıktan sonra beklentiye girip karşılık bulamayınca, kendini kurban gibi görmek, öz sorumluluğu yok saymaktır. Ve belki de başkalarını suçlamadan önce kendimize şunu sormalıyız:

Ben gerçekten iyilik mi yaptım, yoksa karşılık almayı umduğum bir iyilik taklidi mi

İyiliği büyütmek istiyorsak, onu beklentiden arındırmalıyız. Beklentisiz yapılan iyilik, insanı hafifletir, huzura taşır. Ama karşılık umuduyla yapılan her iyilik, bir gün yüke dönüşür. Ve bu yük, çoğu zaman en yakın ilişkileri bile kırar.

Unutmayalım

İyilik, sessiz kalınca değer kazanır. Karşılık bekleyince yıpranır ve yıpratır.