Hem çiftçi makul kazansın, hem de tüketici makul fiyatta gıdaya erişebilsin.

Bir şeyin makul olması, mantıklı bir temele dayanması veya kabul edilebilir, akla uygun olması olarak tanımlanır. Günlük sohbetlerin önemli bir bölümünde, gıda fiyatlardaki artışların “makul” ölçüyü aştığı, spekülatif müdahalelerin olduğu, üreticinin, girdiler ve gelir dengesizliği nedeniyle üretimden çekildiği, üretimin de bu yüzden azalmakta olduğu, gıda fiyatları artışında en önde gittiğimizden bahsedilerek, ülkemizde üretilen bazı ürünleri Avrupa’dan daha pahalı satın aldığımız gibi konularda, herkes kendi penceresinden yorumlar yapmaktadır.

Tamamen serbest piyasayı savunan kapitalist ülkeler de dâhil olmak üzere, hemen tüm devletler tarımsal üretimin stratejik, ayrıcalıklı ve öncelikli sektör olduğunu kabul eder ve bu faaliyetleri yönetmede serbest piyasa yaklaşımının dışında bir yaklaşım gösterir. Üretimin sürekliliği, piyasa regülasyonu, fiyat istikrarı gibi alanları düzenlemek, kontrol altında tutabilmek için çeşitli destekler ve regülasyon mekanizmaları uygulamaya çalışır. Bu faaliyetlerin planlanması, uygulanması ülkelerin şartlarına göre farklılıklar gösterebilmektedir. Tedbirlerin başarısı; yöntemin doğruluğuna, planlama, uygulama, süreçleri yönetimindeki istikrar ve ciddiyete bağlıdır. Bu uygulamalarda kilit nokta; girdi maliyetlerinin, üretim sürecinin, ürün satış fiyatlarının ve gıda arz güvenliğinin piyasanın acımasız, yıkıcı uygulamalarının etkilerinden korunması dengesini kurabilmektir. Bu zincirin halkalarını koparmadan yönetebilmedeki başarıya bağlı olarak istikrar ya da kargaşa ortaya çıkıyor.

Çiftçi makul kazanırken, tüketicinin de makul fiyatta gıdaya erişimi konusuna bir bakalım.

AB’de bu iş nasıl yapılıyor?

AB ülkelerinde süt ve süt ürünleri pazarlamasında; Danimarka, İsveç, İrlanda ve Finlandiya’da %95, Almanya, Hollanda, Fransa, Belçika, Portekiz ve İngiltere de ise %50’nin üzerinde üretici örgütlerinin payı vardır. Sadece sütün üretimi, işlenmesi, pazarlanmasında değil, yem dâhil birçok girdide de üretici örgütleri önemli pazar payına sahipler. AB’de tarımsal örgütlerin girdilerin temini ve ürünlerin tüketiciye sunulmasındaki pazar payları konusunu daha önceki yazılarımızda bahsetmiştik. Ayrıca, AB de hayvancılıkta girdiler ve pazarlama isimli linkten https://www.youtube.com/watch?v=6vLTJUYTpZk izleyebilirsiniz.

Ülkemizde geçmişten bu güne durum; Girdi maliyetleri, gıda fiyatlarının istikrarı, üretimin sürdürülebilir kılınması konusunu ülkemizdeki hayvancılık sektöründeki süreci incelersek, hayvancılık konusunda geçmişte girdi temini ve ürün pazarlamada, o zamanki isimleriyle üç önemli kuruluşun büyük etkisi bulunmaktaydı.

1-Et ve Balık Kurumu (EBK); 1952 yılında kuruldu, 1993 de özelleştirme kapsamına alındı. Birçok işletmesi devretme (5), kapatma (3), özelleştirme(20) yoluyla elden çıkarıldı. 2005 yılında ise, kalan kısmıyla bakanlıkla ilişkilendirilme kararı verilerek 2013 yılında ESK olarak ismi değiştirilmiş olup 15 işletme ile devam etmektedir. Küçük ve orta işletmeler için hayvanlarını pazarlamada piyasa düzenleme bakımından önemli bir güvence odağıydı. Piyasadaki pazar payı önceki durumuna göre düştüğü için, regülasyonda güçlükler ortaya çıkabilmektedir.

2-Süt Endüstrisi Kurumu (SEK);1963 yılında kurulmuş olup, özelleştirme kapsamında1995-1997 döneminde satılmıştır. SEK, 32 işletmesiyle özellikle dağınık yapıdaki küçük ölçekteki aile işletmelerinin en önemli sigortası niteliğindeydi. Özelleştirme öncesinde SEK piyasada yaklaşık %27,5 paya sahipti. Bu durum, piyasada manipülasyon düşüncelerine karşı süt üreticileri için güvence oluşturmaktaydı.

3-Yem Sanayii Türk AŞ; Yem Sanayi Türk A.Ş, 1956’da devlet teşekkülü olarak kurulmuş ve 1996 yılında özelleştirilmiştir. İstanbul Ticaret Odası 2005 yılı Yem Sanayi Sektör Profil Araştırmasına göre, üretilen yemlerin toplam içindeki payı ise 1990’da %63,81, 2003 yılında biraz gerilemiş görünse de %51,5 piyasa pazar payına sahipti. Faaliyette olduğu dönemde üreticiler için karma yem piyasasında istikrarı ve kaliteyi koruyan bir merkez olarak piyasada belirleyici ve dengeleyici bir role sahip bulunmaktaydı.

Bu alan doldurabildi mi?

Dünyadaki ekonomik gidişata bağlı olarak, devletin bu işleri yapmaması gerektiği, ekonomik olmadığı, gerekçesi ile özelleştirilen/satılan, küçültülen bu kurumların piyasa regülasyonu görevini kooperatiflerin yanı sıra, kurulan birliklerce doldurarak AB benzeri bir yapılanma beklentisi maalesef gerçekleşememiştir. Üreticinin girdi temininde ve ürün pazarlamasında serbest piyasa kurtlarının cirit atacağı alanların açılması sonucunu doğurmuştur. Bu durum, maliyetlerin hızla arttığı, üreticinin kazanamadığı, tüketicinin satın almakta zorlandığı şikâyetlerinin artmakta olduğu bir karmaşaya yol açmıştır. Karma yemde ise, bu sıkıntılara ilaveten yem hammaddelerinin büyük ölçüde ithalata bağımlı hale gelmiş olması ile tarım alanlarının özellikle meraların, boş, işe yaramaz arazi olarak görülme yaklaşımı ile vasfının değiştirilmesinin daha da kolay hale gelmesi de hayvancılıktaki sıkıntıları arttıran durumlar olarak görülmektedir.

Sütte belirlenen tavsiye fiyatının düşüklüğü yanında bu fiyata bile satmakta zorlanıldığı, bazı firmaların ödemeleri geciktirdiği, şikâyetleri olmaktadır. Bazı firmaların düşük fiyata almış olmalarına rağmen, tavsiye fiyatından alınmış gibi ürün maliyeti ve satış fiyatı politikası izlemeleri sonucu, düşük fiyatla alım, üreticiyi mağdur ederken tüketiciye de indirim olarak yansımadığı aksine, fiyatın arttığı sektörde konuşulan konulardır. Üreticinin tavsiye fiyatına satabileceği alternatifler de çok kısıtlıdır. Uygulanan cezaların da piyasada fiyat regülasyonunu sağlama etkisi, istenen düzeyde olamamaktadır.

Üreticiyle organik bağı olmayan ve doğal olarak, mümkün olduğunca ucuz girdi ve fazla kar hedefi olan firmalar üzerinde, üreticinin sürdürülebilirliği ve tüketicinin korunması konularında etik değerler dışında bir bağlayıcılık görünmüyor. Sadece tavsiye fiyatı ilanının üreticiye olumlu yansıması sınırlı olmaktadır. Tekrar eski kurumların ihyası ve ‘devlet yapsın ’mantığı da dünya gerçekleri ile uyuşmuyor. Ülkemizde devlet kurumları ve tarımsal örgütlerin süt pazarlamadaki payı %5 civarındadır. Ette ise çok daha düşüktür. Ülkemizin gıda üretiminin %15 civarını süt ve süt ürünlerinin oluşturduğu düşünüldüğünde, konunun önemi daha da ortaya çıkıyor. Bu pazar payları ile piyasa regülasyonu hedeflerine ulaşma ve fiyat istikrarını sağlamakta oldukça zorlanılmaktadır.

Pazar payında bunu sağlayacak güçte bir mekanizmayı kim nasıl kuracak ya da kurmalı noktasındaki soru gündemi kilitliyor.

Tarımsal STK’ların çözümün odağında olmaları sağlanmalıdır.

Bazı tarımsal STK’ların kendileri de dile getirildiği gibi, ülkemizdeki tarımsal STK’ların sadece devletin desteğini üreticilere dağıtan ve buradan amiyane tabirle “komisyon” alarak gelir sağlayan kurumlar olmaktan öte yeni bir yapılanma ihtiyaçları çok açıktır. AB örneğinde olduğu gibi, tarımsal STK’lar yapılandırılmalı ve görev tanımları düzenlenmelidir. Bu kapsamda, profesyonel ve kurumsal yapıya kavuşmaları, faaliyet sahalarında üretim hedefleri, ürünlerini işleyecek, pazarlayacak yapıda olmaları gerekiyor. Tarıma dayalı sanayi başlığında süt, et, sebze meyve vb. ürünleri işleme ve pazarlama hibe desteklerinde, üreticiyle organik bağı olan tarımsal örgütlere (kooperatif ve birlikler) öncelik ve ağırlık vererek planlanması gibi alanların önemli ölçüde revize edilmeye, yeniden düzenlenmeye ihtiyacı olduğu görülüyor. Bu alandaki boşlukların doldurularak, devletin politikalarının daha etkili olabilmesi için birliklerin ve kooperatiflerin girdi temini, ürün işleme ve pazarlama alanlarının her birinde piyasa payları en az %20-30 oranında bir güce ulaşmadan yasalar, yasaklar ve cezaların piyasa regülasyonu için yeterli olamadığını görmekteyiz.

Tarımsal STK’ların yeniden bir yapılandırma ihtiyacının, tüm sektör paydaşlarınca daha çok dile getirilmekte oluşu bu konuda ümitleri canlı tutuyor.