Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından açıklanan taklit ve tağşiş listeleri artık toplumda artık şaşkınlık yerine alışkanlık hissi uyandırıyor. Sanki “bu sefer kim çıktı” diye merak ettiğimiz bir dizi bölümü gibi. Ama unuttuğumuz bir şey var: Bu listedeki her isim, aslında soframızdaki güvenin bir parçasını daha eksiltiyor.

Peki, neden bu kadar hile var?

Cevap, sistemin bütün katmanlarına yayılmış bir çarpıklığın içinde gizli.

Birincisi, ekonomik baskı. Üretici artan maliyetler karşısında ayakta kalmakta zorlanıyor. Yem, enerji, ambalaj, nakliye… Hepsi katlanarak artarken, raf fiyatları çoğu zaman üreticinin değil, zincir marketlerin ya da aracıların belirlediği bir denklemle şekilleniyor. Üretici “ya maliyeti kısmalıyım ya da piyasadan çekilmeliyim” ikilemiyle karşı karşıya kalıyor.

Ne yazık ki bazıları, maliyeti kısmak için “ürünün kalitesinden kısmayı” tercih ediyor. Bu da tağşişin ilk basamağı oluyor.

İkincisi, denetim eksikliği ve caydırıcılığın yetersizliği.

Evet, laboratuvarlar çalışıyor, cezalar veriliyor. Ama ya denetlenmeyen on binlerce küçük üretici? Ya da aynı ismi değiştirip bir hafta sonra yeniden piyasaya giren işletmeler? Bir firmanın yıllar boyunca defalarca aynı suçu işlemesi, “denetim var ama takip yok” gerçeğini yüzümüze vuruyor.

Yani sadece yakalamak değil, önlemek gerekiyor.

Üçüncüsü, tüketicinin farkındalık düzeyi.

Birçok kişi ambalaj üzerindeki içeriğe bakmıyor, üretim yeriyle ilgilenmiyor. Hâl böyle olunca, “daha ucuz ama aynı” diyen üreticiler kolayca pazar bulabiliyor. Oysa tüketici bilinçlenmedikçe, dürüst üretici her zaman dezavantajlı kalacak.

Ve en acı tarafı şu, bugün Türkiye’de insanlar hem sağlıklı beslenmek için yüksek bedel ödüyor, hem de o bedelin karşılığında sağlıklı gıdaya ulaşamıyor. Organik etiketler bile güven kaynağı olmaktan çıktı. Zeytinyağına kanola karıştırılıyor, bal şeker şurubuyla üretiliyor, süt ürünlerinde nişasta dolgu maddesi kullanılıyor.

Sonuç? Sofrada sadece doyuyoruz ama beslenemiyoruz.

Bu tabloyu değiştirmek mümkün mü? Evet, ama bunun yolu sadece denetimden değil, vicdandan geçiyor. Bir ülkenin gıda güvenliği, laboratuvarlarda değil, üreticinin niyetinde başlar. Köylüsünden sanayicisine, market zincirinden tüketicisine kadar herkesin “bu ürün benim çocuğumun da yiyebileceği kadar güvenli mi?” sorusunu sorması gerekiyor. Çünkü gıdada hile yapmak sadece bir ekonomik suç değildir; bu, toplumun geleceğine işlenmiş sessiz bir ihanettir.