Türkiye birçok konuda öncü konumda ilerliyor. Geçtiğimiz günlerde Teknofest etkinliğinde bunu gördük. Tarım teknolojisi alanında birkaç firmanın adı ön plana çıktı.

Etkinlikte Türkiye’de geliştirilip dünyaya ihraç edilen tarım teknolojileri tanıtıldı. Tanıtılan ürünler arasında 100’e yakın ülkeye ihraç edilen ve alanında ilk 3’te yer alan teknolojiler bulunuyordu.

Geliştirilen sistemler arasında gübre yönetimi ekipmanları, balık çiftlikleri için filtrasyon sistemleri ve yem dağıtım teknolojileri bulunuyor.

Üstelik bu firmalar, 70’den fazla ülkeye ihracat yapıyor ve uluslararası alanda sayılı şirketler arasında yer alıyor.

Bu güzel haberi gördükten sonra, Türkiye’deki tarım alanlarında teknolojiyi ne kadar kullandığımızı düşündüm.

Ülkemiz geleneksellikten çıkamıyor

Başlığa aldanıp, nedenini “kafa yapısı” ile alakalı gibi düşünmeyin. Elbette eski usül, bazılarının tercihi ama bunun başka nedenleri de var.

Bunların başını devlet desteği çekiyor. Tarım ve Orman Bakanlığımız kamu start up buluşması gibi etkinliklere ve akıllı tarım teknolojisi üreten girişimlere destek ve görünürlük veriyor.

Ancak, konu çiftçiye desteğe gelince, sadece sulama altyapısı gibi geleneksel projeler üzerinden elini uzatıyor.

İleri teknoloji konusunda bir teşvik şu an maalesef yeterli düzeyde değil.

Nedenlerden birkaç tanesini sıralamak gerekirse

Maliyet ve finansman

Üretimi ileriye taşıyabilecek teknolojiler: sensör, drone, akıllı sulama, yapay zeka gibi araçlar uluslararası düzeyde çok yaygınlaştı. Ki bazı ülkeler, tarım ülkesi olmadığı halde bu teknolojiler sayesinde ihracata bile başladı. Hollanda bunun en net örneği. Yüzölçümü küçük olmasına rağmen akıllı tarım teknolojileri sayesinde dünyada tarım ihracatında ilk 3’te yer alıyor.

Küçük ve orta ölçekli üreticinin durumu malum. Türkiye’nin %80’ini oluşturan bu kesim, üretim için harcadıklarını bile geri kazanamayacak durumda. Yani üreticimizin bu “lüks” sayılabilecek teknolojinin masraflarını karşılayabilmesi de mümkün değil.

Üretici, elindeki mevcut tarım makinalarını dahi yenileyemiyor.

Türkiye’de 2 milyonu aşkın traktör var ve bunların yarısından fazlası 25 yaşın üzerinde. Yani traktörlerin %50’sinden fazlası ekonomik ömrünü doldurmuş durumda. Bu tablo dahi teknolojik dönüşümde ne kadar geri kaldığımızı gösteriyor.

Eğitim meselesi

Türkiye’deki üretici profilinin yaş ortalaması 50’nin üzerinde olduğundan yeni teknolojilere adaptasyonumuz sınırlı. Bildiği geleneksel yöntem ona daha güvenli geliyor.

Eğitimi verilmeye çalışılsa, birkaç denemeden sonra belki üreticinin fikri değişebilir. Ancak burada yine devlet desteği bariyeri olarak çıkıyor önümüze. Hükümetin göstermediği desteği özel firmalar gösteriyor. Ancak bu sadece birkaç pilot bölgede mevcut.

Bu pilot bölgelerde yapılan denemelerde ise kimi çiftçi teknolojiye önyargıyla yaklaşıyor. Bu da ilk denemelerde yaşanan başarısızlıkların ardından teknolojinin yaygınlaşmasının önüne geçiyor.

Altyapı eksiklikleri

Bu teknolojileri çalışma prensiplerine entegre etmek istediğimizde ihtiyacımız olan ilk iki şey elektrik ve internet bağlantısı. Kırsal bölgelerde internetin zayıf olması, Doğu ve Güneydoğu’da ise elektriğin yeterince güçlü olmaması da engel olarak karşımıza çıkıyor.

Batı’da, özellikle Antalya ve Mersin’de seralarda iklim kontrolü ve otomasyon yaygınken, İç Anadolu ve Doğu’da bu teknolojiler neredeyse hiç yok. Bir bölgede olup diğerinde olmaması git gide açılan uçurumun kapanmasını daha da zorlaştırıyor.

Ölçek Ekonomisi sorunu

Bu teknolojilerin pratikte kullanımını düşündüğümüzde yukarıda bahsettiğim yatırımı Avrupa ve ABD çok fazla yapıyor. Geniş arazilerde yapılan tarımda drone, robot, otonom traktör gibi teknolojilerin sürecin kontrol altına alınmasında kolaylık sağlamasının yanı sıra yapılan yatırımın karşılığını da kısa sürede verdiği görülüyor.

Türkiye’de ise tarım alanlarının çoğu küçük ve parçalı olduğundan yüksek teknoloji makineleri istenen verimlilik avantajını sağlamıyor.

Pazar ve dağıtım

Yazının başında dediğim gibi, tarım ile ilgili öncü teknoloji firmalarımız var. Çoğunun sitesini de ziyaret ettiğinizde de gurur duyarsınız. Ama bu firmalar hep ihracata odaklanmış durumda.

Yüksek enflasyonu olan bir ortamda dışarıya satış yapmak makul gibi görünebilir ancak iklim krizi kapsamındaki sorunları da dikkate alarak biraz da kendi bahçemize odaklanmamız gerektiğini düşünüyorum.

Bu düşüncemin kolay olmadığının farkındayım. Hükümetin bu konuya eğilip yeni politikalar belirleyip daha da önemlisi pratiğe dökmesi gerek.

Üreten bir ülke olarak, iklim krizi ve su kıtlığı gibi sorunları az yara alarak aşmak istiyorsak önceliklerimizi tekrar değerlendirip tarımda teknolojiyi lüks olmaktan çıkarmamız şart.

Bu nedenle devletin yeni politikalar oluştururken, teşviklerin sadece ihracata odaklanan firmaları değil, sahadaki küçük çiftçiyi de kapsaması gerekiyor.