Yıl 1995… Tarım ve Köy işleri Bakanlığının talebi ile Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı (TTGV) koordinatörlüğünde “Tarımda yeniden yapılanma” adı altında, yüzde 57’si politika uygulayıcısı ve aracı meslek kuruluşlarından; yüzde 43’ü üretim-pazarlama sektöründen olmak üzere, toplam 87 kişinin katılımı ile “arama konferansı” ve akabinde “karar konferansı” adı altında iki aşamalı toplantı gerçekleştirilmişti...
“Arama konferansı” 12-14 haziran 1995 tarihinde Bolu-Abant’da “Karar Konferansı” ise 10-12 Temmuz 1995 tarihinde Ürgüp’de gerçekleştirilmişti. Arama konferansına 44 kişi, karar konferansına ise 43 kişi katılım sağlamıştır.
Arama Konferansı, ortak akıl yaratmayı amaçlayan katılımlı bir planlama yöntemidir. Ortak görüş yaratmayı, ortak sorunlara çözüm bulmayı, daha iyiye ulaşmak, gelişmek için neler yapılması gerektiğini belirtmeyi , ortak hedefler seçmeyi sağlayan bir çalışma düzenidir. O konuda bilgi ve tecrübe sahibi, bilgi birikimi olan kişiler bir araya getirilmektedir. Toplantı, ODTÜ ve Bilkent Üniversitesi profesörleri tarafından “Beyin fırtınası” tekniği kullanılarak yönetilmiştir.
Arama konferansına milletvekilleri, üniversite temsilcileri, basın temsilcileri, ilgili bakanlıklar ve sivil toplum kuruluşları temsilcileri katılmıştır. Bu toplantıda Tarım ve Köy İşlerini Bakanlığını temsilen görevlendirilen üç kişiden biride bendim. Toplantının çıktısı olarak aşağıda yeniden yapılanma modeli kabul edilmiştir.
Toplantıda bir iktisat profesörü ve bir gazetede köşe yazarı, bizim gruba bir soru yöneltti : “Tarım neden sermaye biriktirmiyor ve diğer sektörlerin sırtına yük?” bir iktisat profesörü aynı zamanda trajlı bir gazetenin köşe yazarının ağzından böyle bir soru ve bakış açısı beni hem şaşırttı, hemde üzdü. Bizim grubun sözcüsü bendeniz, grup arkadaşlarıma : “bu soruları ben cevaplayabilirmiyim” dedim. Sorunun cevabını bazı örneklerle anlatmaya çalıştım. Herhalde söylediklerimden tatmin olmuş olmalıki, itiraz etmedi, tartışma da açmadı. Toplantı arasında yanıma gelerek, yemekte beraber oturalım dedi. Arazi topluşturulması ile ilgili bir araştırmanın bendeki dökümanlarını rica etti.
Bana göre sadece Üretim maliyetleri açısından konuya yaklaşan soru sahibi, Tarımın stratejik bir sektör olduğunu, Türkiye tarımının potansiyelini, ekolojik zenginliğimizi yeterince değerlendirmemiş veya farkında değil! Tarımı diğer sektörlerin sırtına yük olarak gören bir bakış açısı “Üretmesek ithal ederiz” yaklaşımları hiçte yabancı olmadığımız bakış açılarından biriydi.
Üretmezseniz başka ülkelerin çiftiçilerini zengin edersiniz, paranızda olsa, gün gelir ithal edecek üründe bulamayabilirsiniz. Bir tarafta COVID-19 pandemisi, diğer tarafta Ukrayna-Rusya savaşı, 11 vilayette meydana gelen deprem faciası gibi beklenmedik olaylar bu tür görüşleri savunanlara bir ders olmalıdır. Giyim kuşamı başka ihtiyaçlarınızı erteleyebilirsiniz ama yemeyi içmeyi asla erteleyemezsiniz.
Japonların JİCA isimleri uluslararası iş birliği teşkilatları var. TİGEM ile bitkisel üretim araştırma projesi uygulandı. Proje kapsamında Japonyaya seyahatımızda JİCA genel müdürüne yemekte dedimki: “Siz Japonlar çok iyi hesap yaparsınız.” Sizin çeltik üretim yeterliğiniz (o tarihte) yüzde 48 çeltik maliyetiniz Tayland’ın 5 katı fazla. Neden dışardan hepsini satın almıyorsunuz?” Cevaben dediki:”Biz ikinci dünya savaşında aç kaldık, açlığın ne olduğunu biliyoruz, bedeli ne olursa olsun üretmek zorundayız. Tarım bir kültürdür, insanlara bir günde tarımı öğretemezsiniz.” Japonya’da gözlemimiz çok iyi bir tarımsal mekanizasyon var, tarımı küçük alanlarda daha çok emekliler yapıyor. Evlerin önünde 3-5 metrekarelik çiçek yerlerinde bile çeltik ektiklerini gördük.
Şimdi akla bir soru geliyor? Biz acaba sahip olduğumuz tarımsal zenginliklerin farkındamıyız? Bir iki örnek vermek istiyorum. Türkiye, dünyada ekonomik anlamda yetiştirilen 135 meyve türünden 76’sını üretmektedir. Kuzey Avrupa ülkelerinde bu sayı 15’i geçmez. Dünya ölçeğinde bukadar küçük bir coğrafya da bu denli çok çeşitli ürünleri üreten başka ülke yok. Tarla bitkililerinde de benzer durum var. Ülkemizde mayıs ayının ortalarında ilk tufanda kiraz çıkar. Haziranda, Temmuzda devam eder son tufanda olarakta ağustos başlarında Niğde-Ulukışla’da son bulur. Kirazın başlaması ile bitişi arasında 2.5-3 aylık zaman var. Bu süre kiraz üreten ülkelerde 15 günü geçmez. Türkiye dünya fındık üretiminin yüzde 70’ni verir. Ekolojik açından en kaliteli makarnalık buğday Güney-Doğu Anadolu bölgemizde yetişir. Bu örnekleri dahada çoğaltmak mümkün.
Türkiye Seydişehir’i Alüminyum tesisleri, İskenderun demir-çelik fabrikasını Ruslara yaptırdı. Bunun parasını petrolle, doğalgazla, madenlerle mi ödedi?. Hayır. Türkiye Cumhuriyeti portakal parasıyla bunları ödedi. Televizyon tartışma programlarında da bu konu sık sık tekrarlanmaktadır.
5488 sayılı tarım kanunu 18.04.2006 tarihinde yürürlüğe girdi. Tarım kanunun 1. Maddesinde kanun amacı şöyle belirtilmiştir “Bu kanun amacı tarım sektörünün ve kırsal alanın, kalkınma plan ve stratejileri doğrultusunda gerçekleştirilmesi ve desteklenmesi için gerekli politikaların tespit edilmesi ve düzenlemelerin yapılmasıdır.” Tarımsal desteklerin finansmanına ilişkin madde 21’de: “Tarımsal destekleme programlarının finansmanı, bütçe kaynaklarından ve dış kaynaklardan sağlanır. Bütçeden ayrılacak kaynak gayrisafi milli hasılanın yüzde 1’nden az olamaz” denilmektedir. Tarımın desteklemesi gerektiğini hemde gayrisafi hasılanın yüzde 1’nden az olamayacağı yasaya bağlanmıştır. Ancak kanun yürürlüğe girişinden bu yana ayrılan destekler yüzde 1’e ulaşmamıştır. Nitekim bu yıl bütçe kanunu ile ayrılan destek 54.040.804 TL’dir
Tarımın gıda güvenliğimiz, istihdam, gıda sanayinin hammadde ihtiyacının tedariki açısından stratejik bir sektör olduğu gerçeğini kabul ederek, tarımsal politikaların uygulamaya konulması kaçınılmaz bir gerçektir. Bu bağlamda hem tarıma ayrılan desteklerin artırılması, hemde destekleme noktalarının yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.
Öte yandan üretimleri ile yerel pazarları besleyen “Küçük aile işletmeleri” fiyat artışlarının, gıda enflasyonunun önünde en büyük engeldir. Bunları yok etmek yerine, gıda güvenliğimiz açısından korunmalı ve desteklenmelidir.