Her yıl bu aylarda TBMM’de bir “bütçe maratonu” başlar.
Bütçe görüşmeleri Plan ve Bütçe Komisyonu’nda başlar ve Genel Kurul’da çoğu zaman geceleri de devam eden tartışmalar sonra oylanır. Bütçe görüşmelerinde aynı zamanda geçirmekte olduğumuz yılın Merkezi Yönetim Kesin Hesapları da ibra edilmiş oluyor. Hükümet, bu görüşmelerde yıl içinde yaptığı harcamaların hesabını ortaya koyarken, gelecek yıl için yaptığı bütçenin de onayı ister.
Meclis’te yasama dönemleri boyunca birçok önemli görüşme olur, yasa çıkarılır, kararlar alınır. Bunlar arasında bir önem sıralaması yapılacak olursa bütçe görüşmeleri ilk sırada yer alır. Zira bütçe onaylanmazsa hükümet düşer. Yani bütçe görüşmeleri hükümet açısından bir varlık yokluk meselesi mesabesindedir.
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda görüşmelerine başlanan 2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi beklentiği gibi sert tartışmalarla başladı.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, 2024’ün harcama kalemlerini gösteren merkezi yönetim kesin hesapları ile 2026 yılında öngörülen gelir ve giderlerini ortaya koyan bir sunumla komisyona bilgi verdi.
Sunum öncesinde bazı milletvekillerin eleştirileri oldu.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Yılmaz’ın yaptığı sunum incelenirse, bu eleştirinin dozajı artacak sanki.
Çünkü ortada bir algı sorunu var gibi. Tablo harika gibi gözüküyor ama rakamlar incelendiğinde durum hiç de iç açıcı gözükmüyor.
Yılmaz, 2024 yılı milli gelirini 15 bin 325 dolar olarak açıkladı. Gelirimizin 2025 yılında 17 bin 748 dolara, 2026 yılında ise 18 bin 621 dolar seviyesine çıkması bekleniyormuş. Orta vadedeki heref ise 21 bin dolar.
Üretilen katma değere ilişkin bu rakamlar gayet iyi. Ülke olarak bu yıl iyi kazanmışız. Gelecek yıl daha da iyi kazanacağız. Hatta orta vadede işler yolunda gider de tahminler de doğru çıkarsa adeta uçacağız! Neticede kişi başı 21 bin dolarlık katma değer vaadi herkesi heyecanlandırır.
Ama durun! Hemen sevinmeyin. Sevinecek bir durum yok aslında.
Çünkü üretileceği tahmin edilen bu katma değerden, bu gelir sana, bana, ötekine, berikine, yani vatandaşa gidmeyecek maalesef.
Bir kere hazırlanan bütçede büyük bir açık var. 2026 yılı bütçe açığı tahmini 2 trilyon 208 milyar lira olarak açıklandı. Dolayısıyla elde edilecek gelir, planlanan harcama ve giderleri karşılamıyor bile.
Aradaki bu açık için öyle görülüyor ki sene içinde vergi artışına gidilecek, hatta ek vergiler konulacak. (Ek vergi için isim arayışımız devam etmektedirJ)
Sonra, toplanacak bu gelirden rahmetli Necmettin Erbakan’ın bütün siyasi konuşmalarının ana temasını teşkil eden faiz giderleri var. Önümüzdeki yıl devletin üreteceği ekonomiden faize 2 trilyon 742 milyar lira gideceği hesap ediliyor. Şahsen bu rakamın daha da yükseleceğine kesin gözüyle bakıyorum.
Erbakan hoca, faizi bütün kötülüklerin anası olarak takif ederdi. Faiz, kötülüklerin anası mıdır, babası mıdır, bilmem ama fakirliğin birinci dereceden akrabası olduğunu bu veriler de destekliyor.
2026 yılında bürokratik işlemlerimizi yapan personele 4 trilyon 907 milyar lira ödeme yapılması öngörülüyor. Yani personel gideri sadece küçük işletmeler için değil, devlet için de büyük gider.
SGK prim ödemelerini, mal ve hizmet alım giderleri ile sermaye giderlerini, cari transferleri ve daha bir sürü kalem giderleri saymıyorum artık.
Yani bu yıl ki bütçe borcumuzun faizini, personelimizin maaşını ve oranın buranın giderini bile karşılamıyor.
Öyle görülüyor ki önümüzdeki yılı da geçim tartışmalarıyla geçireceğiz. Çünkü hem birey hem de devlet olarak gelirimiz gedirlerimizi karşılamıyor.
Geçim tartışmaları sebepsiz, haksız ve art niyetli değil.
Düşünmek ve harekete geçmek gerekmiyor mu artık?.
Atasözlerimize kulak verip “ayağımızı karnımıza çekmeye devam” mı diyeceğiz, yoksa düşünce kodlarımızı değiştirme yoluna gidip yorganımızı uzatmanın yollarına mı bakacağız?
Yeni bir öneri getirenleri “başıma icat çıkarma” diyerek azarlama alışkanlığımızı gelecek nesillere aktarmaya devam mı edeceğiz yoksa bu zihniyetinden kurtulmanın çaresine bakıp icat çıkarak teknoloji üreten beyinlere sahip mi çıkacağız?
“Alo” dediğimiz 1 telefona sahip olmak için “elin gavuruna” 3 aylık emeğimizi kaptırmaya ne zaman son vereceğiz?