İktidarın gündeminin muhalefetin ve halkın gündeminin oldukça farklı olduğu bir dönemden geçiyoruz. Hükümet ne yapıyor, muhalefet neyi eleştiriyor, vatandaş ne görüyor sorusunu sorduğunuz vakit, kaotik bir portre görüyorsunuz. Adeta “herkesin gündemi kendine” gibi bir durum çıkıyor ortaya.
Türkiye, son 20 yıl içinde büyük badireler atlattı, iktidar derin krizlerle karşı karşıya kaldı. Yaşadığımız önemli olaylara, kronolojik ve tematik şekilde baktığımızda tarihe kalın harflerle yazılacak savaşlara, küresel krizlere, teknolojik gelişmelere, çevre, ekonomi ve toplumsal hareketlere tanıklık ettiğimizi görüyoruz.
Dönüm noktası niteliğindeki bu tarihsel olayların tamamında ülkemizi aynı iktidar yönetiyordu. Bu iktidar yaşadığımız birçok badirenin -öyle ya da böyle- üstesinden gelebildi.
2008 yılında küresel finans, 2022–2025 yıllarında ise yine küresel enflasyon ve gıda krizlerini yaşadık. ABD’de başlayan ve dünya ekonomisini derinden sarsan krizde bazı bankalar battı, milyonlarca insan işsiz kaldı. Türkiye bu krizlerin her birisini “teğet” geçti, en az şekilde etkilendi.
2020 COVID-19 Pandemisinde evlerimize kapandık. Tüm dünyayı etkileyen pandemi milyonlarca can aldı, ekonomi hem dünyada hem de ülkemizde durma noktasına geldi. Bu süreci de dünyaya kıyasla az hasarla atlattık.
2013’te Gezi Parkı Protestolarını, 2016’da 15 Temmuz Darbe Girişimini halkın desteğiyle atlatan o günün (ve günümüzün) hükümeti, binlerce kişinin hayatını kaybettiği 2011 Van, 2020 Elazığ ve 2023 Kahramanmaraş merkezli depremlerin yaralarını yine halkın desteğiyle sardı.
Örnekleri çokça uzatabiliriz. Ekonomik kriz de dahil olmak üzere birçok sorunun üstesinden gelebilen hükümet, elde ettiği tüm başarılarını kuşkusuz ki halkın desteğine borçludur.
Yani iktidarın bugüne kadar elde ettiği tüm başarıların altında “gündem birliği” gerçeği var. Halkın gündemi ile iktidarın gündeminin örtüşmesi, krizlerin atlatılmasında sihirli bir formül oldu. Birkez daha anlamış olduk ki halkın desteğini alanın sırtı yere gelmiyor.
Ne var ki son aylarda halkın gündemiyle iktidarın gündemi arasında bir açı oluştu ve bu açı maalesef giderek büyüyor.
AK Parti ve MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı’nın, dolayısıyla iktidarın gündeminin ilk sırasında terörsüz Türkiye projesi var. Bu proje ile 47 yıllık terörün son erdirilmiş olması öngörülüyor. Birlik ve beraberliğini tahkim etmiş bir ülke, güvenli bir coğrafya, komşu ülkelerle sorunsuz ilişkiler ve güvenli yarınlar arzu ediliyor.
Bu vesileyle öncelikle ekonomi düzelmiş olacak. Hesaplara göre terörsüz Türkiye demek, Suriye, Irak ve Ermenistan’la ticaretin de başlaması demek. Ticaretteki hareketliliğin ekonomik daralmayı durduracağına kesin gözüyle bakan iktidarın ekonomi mühendisleri, her toplantıda ne kadar optimist olduklarını anlatıyorlar.
Bu projenin kolaylıkla yeşererek meyve vermesini en çok arzulayan şahıslardan birisiyim. Ancak durum, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da sık sık uyarıda bulunduğu gibi pek de kolay olacak gibi durmuyor. Yollarda pek çok tuzak var. Adeta mayınlı bir arazide yürümeye benziyor durum.
Çünkü muhalefet partileri İYİ Parti ve CHP’nin tavrı beklendiği gibi olumsuz. Müsavat Dervişoğlu, neredeyse yaptığı her konuşmasında, “Erdoğan’a bunu yaptırmayacağız” diye bağırıyor. Projenin ikinci mimarı DEM Parti, iktidarı işi ağırdan almakla suçluyor. İktidar mensuplarını sahalara inerek proje için çalışmamakla suçlayan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Rıza toplumu oluşturmak sadece bizim işimiz mi” diye soruyor kaç defadır.
Topluma gelince; Kamuoyu araştırmaları toplumda temkinli bir hava olduğuna işaret ediyor. Halk, adeta bekle göre politikası izliyor. İşin gerçeğine bakılırsa halkın gündeminde daha çok enflasyon ve ekonomi var. Danışmanları iktidar partisi yöneticilerine acaba bu kadar önemsedikleri bu meselenin halkın gündeminde pek de bir karşılık bulmadığını söylüyorlar mı acaba?
Hükümetin ana gündem maddelerinden birisi ise ekonomi. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, uygulanmakta olan programı “rasyonel zemine dönüş” ifadeleriyle tanımlamıştı. Bakanlık, bu kapsamda hükümet harcamalarını kontrol altına almaya, regülasyon sayısını azaltmaya, güven ve istikrar ortamı oluşturmaya çalışıyor. Bu kapsamda yüksek enflasyonla mücadele kapsamında sıkı para politikalarına devam ediliyor, sanayi ve tarımda yerli üretimi desteklemek amacıyla kredi ve teşvik programları yürütülüyor.
Ancak faiz oranları hala çok yüksek seyrediyor. Yatırımcının, özellikle sanayicinin dışarıya kaçtığı bilgisi var. Asgari ücret ve emekli maaşları temmuz zammı öncesi yeniden gündemde. Yani yüksek enflasyon, hayat pahalılığı ve işsizlik gümdemdeki yerini koruyor. Hükümet, asgari ücret, emekli maaşları ve vergi yükü gibi konularda yöneltilen eleştirilerin baskısı altındadır.
Bu konuda halkın desteği de sağlanabilmiş değil. Sendikaların açıkladığı açlık ve yoksulluk sınırına ilişkin veriler ile vatandaşın gelir düzeyi gelir adaletsizliğin giderek derinleşmekte olduğuna işaret ediyor. Böylesi bir tabloda halkın iktidarı desteklemesini beklemek tabii ki olası değil.
Hükümetin önündeki sıkıntılı konulardan birisi de dış politika konusudur. İsveç’in NATO üyeliği süreci ve F-16 satışı sonrası Türkiye-NATO ilişkileri yeniden şekilleniyor. Türkiye’nin Suriye’deki varlığı ve mülteci politikası da hem iç hem dış gündemde öne çıkıyor. İsrail ile ilişkilerin seyri kamuoyunda dikkatle izleniyor. Bu konuda hükümete özellikle ticari ilişkiler üzerinden yürütülen eleştiriler bir nebze olsun durmuş gibi. İsrail ile ticari ilişkilerin tamamen sona erdirildiği açıklanınca eleştiriler azaldı.
Yargı reformu ve yargı krizi tartışmaları, iktidarın karşı karşıya olduğu sorun alanlarından birisi. Cumhurbaşkanı ve hükümet yetkilileri, mevcut anayasanın “darbe ürünü” olduğunu vurgulayarak sivil bir anayasa hazırlanması gerektiğini savunuyor. Ne var ki siyasi partiler arasında bir mütabakat sağlanabilmiş değil. Neredese herkes anayasanın değiştirilmesinden yana ama kimse kimseye güvenmiyor.
Güven demişken; yargıya güvenin artırılması, yargı süreçlerinin hızlandırılması ve yeni düzenlemelerin yapılması yönündeki çalışmalar da hükümetin aşması gereken bir yokuş olarak duruyor. Özellikle tutukluluk süreleri, ifade özgürlüğü ve sosyal medya davaları bağlamında tartışmalar devam ediyor.
Yazının başında da dediğimiz gibi sorun çok ama fikir birliği yok. “Sorunsuz hayat ancak ahirette mümkün olur” diye bir söz vardır. Sorun, hayatın mütemmim cüzüdür.
Ne var ki sorunları çözmek için irade gerekir. Öyle görülüyor ki ortak akıl, ortak irade arayışı biraz daha devam edecek ve içinden geçmekte olduğumuz çalkantılı dönem biraz daha devam edecek.