Bizim gibi tarım ve hayvancılıkla iç içe olan ülkeler, diğer sanayileşmiş olanlara nazaran hem mantalite, hem duygusallık, hem de değerler açısından biraz daha farklıdır. Biz; gün doğmadan önce öten horozun sesiyle sabah namazına uyanan, yeni doğmuş küçücük bir kuzunun sesiyle bayram eden, evin süt fabrikası sarı kızın ölmesiyle sanki biri ölmüş gibi günlerce derinden yas tutan, yani kısaca gelenek ve görenekleri olan bir ülkeyiz. Mahallede veya köyümüzde kim hasta- kim değil, kim doğmuş- kim ölmüş, kim zengin kim fakir olan biten ne varsa, her şeyi bir bir takip eder, yardımlaşma adına elden geleni hiç esirgemeyiz. Bu bize güç verir, kuvvet verir. Milli, manevi ve toplumsal birlikteliğimizi diri tutarak güçlü bir devlet olmamızı sağlar. Buna karşı gelişmiş devletlerin toplumlarında bu kadar samimi, bu kadar yoğun göremezsiniz yukarıda ifade edilenleri. Elbette tamamen yok saymıyorum onları, ama biz farklıyız işte! Bunu da çok iyi biliyoruz.

Fakat son dönemlerde bizlerde de bazı değişiklikler meydana geldi. Biraz bireyselleşmeye başladık hani. Biz değil de, Ben merkezli oldu birçok şey. Yani biz derken toplumun her kesimi vardı bunun içinde. Sanayicisinden tutun da, mahalle esnafına, memur-işçiden tutun da köylüsüne kadar herkes vardı. Ama ne olduysa bu birliktelik, bu birbirini destekler vaziyetler pek kalmadı hani. Her birim kârı kendine yontmaya başladı. Zararı da başkasına yıkmaya çalışıyor.

Ne demek şimdi bu?

Bu şu demek:

Elde edilen bir gelir varsa bunun adil bir şekilde paylaşılması demek,

Hakkı hukuku gözeterek, hem üreticinin hem satıcının kârı hakkaniyetle bölüşmesi ve ayrıca tüketicinin de mağdur edilmemesi demek.

Yani tarladaki ürünün çıkış fiyatı 1 TL iken Markette 10 liraya alınmaması demek. Ve aradaki 9 liranın 40 tane el değiştirip takla attırılarak millete yansıtılmaması demek. Ya da başka bir deyişle arada kalan 9 liranın çiftçinin cebine değil de hiç emek sarfetmeyen sadece aracılık edenlere kalmaması demek. Bilmem anlatabiliyor muyum?

Bu işin birinci perdeye yansımasıdır. Gelelim ikinci sahneye;

Şimdi “Köylü milletin efendisidir” diyen Atatürk, cumhuriyetin ilk yıllarında bizzat kendi pekçok tarımsal üretim hamlesini başlatmış. Atatürk Orman Çiftliği gibi o günün koşullarına göre son derece modern bir tarımsal işletmeyi kurdurup, ülkenin yetiştirdiği uzmanları bu çatı altında yenilikçi üretim modellerini geliştirmek amacıyla çalıştırmıştır. Vaktini sanayileşme devriminin dünyaya kazandırdığı alet ve makineleri kendi tarım ürünlerimizin, kendi yerli ırklarımızın geliştirilmesi için harcamıştır. Bu gelenek modernizasyonda ve ırk ıslah projelerinde zaman zaman akamete uğramışsa da, gerek Tarım Bakanlığımız, gerek özel veya tüzel kuruluşlar tarafından günümüze kadar devam ettirilen projelerle sürdürülmek istenmiştir. Fakat tarım ve hayvancılıkta başlatılan herhangi projenin hiç aksatılmadan ve ara verilmeden devam etmesi gerekmektedir. Aksi halde her ne sebeple olursa olsun faaliyete kısa bir ara verilmesi ileride yeniden her şeyin başa sarması ve milyonlarca liranın heba edilmesi anlamına gelmektedir. Yani yaptığınız çalışmaya sahip çıkmazsanız, o saate kadar toplanmış verilerin çöp olmasına yol açmış olursunuz.

Dönüp geriye bir baktığımızda Devlet Üretme çiftliklerinde binbir zorlukla ve yıllar süren çalışmalarla elde edilen koyun, keçi, sığır, kanatlı ve hatta arı ırklarımız, bir bir azalmakta ya da onlara yöneltilen ilgi seviyesi düşmektedir. Bunun nedeni kolay yollu yapılan ithalatlar ya da yabancı ırkları olduğundan daha verimliymiş gibi gösterme çabalarıdır. Sanki bizim yerli ve milli ırklarımız çok çok kötüymüş, sanki onlar hiç bir işe yaramıyormuş gibi bir algı oluşturularak gözden düşürülmeye çalışılmıştır. Tabi bu anlattığım durum çoğunlukla kasıtlı değil de bir özenti veya eksik bilgi nedeniyle meydana gelmiştir.

Değerli okurlar her ne sebeple olursa olsun bilinçsizce yapılan bir işlemin sonucunu yıllar sonra “ah keşkelerle” anmak, “şöyle olsaydı- böyle olsaydılarla” geçiştirmek iş değil. Yıllar sonra oluşan zarar sonuçta zarardır. Ve hepimize mal olmaktadır. Hepimizi ziyana uğratmaktadır. Zaten köylümüzün durumu kritik sınırlarda seyrediyor. O yüzden ülkenin bütün birimlerinin çok dikkatli olması gerekiyor. Parça kırmadan, kayış attırmadan buraları geçmeliyiz. Bunları neden söylüyorum;

Bakın hepimiz şimdi “Köylü milletin efendisidir” diyoruz değil mi? Ama köylünün ürettiği malları değerinde satması pek mümkün olmuyor. Aracılar fahiş kar elde ederken, eli öpülesi bu insanlar ya ucu ucuna malını veriyor veya çok az karla ürününü aracıya devrediyor. Hatta bazen ürettiğinin altında bir fiyata pazarlamak zorunda kalıyor. Kısacası insanlar ne et fiyatından memnun ne süt fiyatından.

Peki, bu nasıl efendilik! Cepte parası yok, ama toprak zengini, cepte meteliği bulunmuyor, ama ahırda hayvan dolu! Bu ne tezat? Böyle olmaz!

Buna olsa olsa 2-0 mağlup olmuş denilir!

Efendilerin her biri kredi batağındalar. Sürekli sel, yangın, fırtına, dolu, don oluyor, borçlar habire erteleniyor. “Allah Kerimdir, bari seneye olur İnşallah” deniliyor, bu defa da malı para etmiyor, yine 2-0.

Arkadaşlar bunun değişmesi, değiştirilmesi gerekiyor. Pandemi birçok huyumuzu değiştirdi dedik az evvel. Farklı düşünelim o zaman, iyi yönde bir değişim için bu bir fırsat olsun. Yani ne yapıp edip kooperatifleşmeliyiz. Hani kooperatifleşme derken, illa bir kooperatif kurmak değil benim demek istediğim. Bir kaç kişinin bir araya gelmesi, iş birliğine gitmek anlamında söylüyorum. Ne yapıp edip, malımızı değerinde satabilecek bir formül, bir kapı bulmalıyız diyorum. Mesela internetten satış olabilir, bir araya gelerek soğuk hava deposu kurup malı kıymetlendiğinde satabilmek olabilir, küçük çaplı da olsa paketleme tesisi olabilir. Yani hafızamızı yoklarsak daha pek çok çözüm yolu bulmak içten bile değil. Oturduğumuz yerde “devlet versin, devlet yapsın” modundan kurtulmalıyız diyorum. Artık kimse kimseye adamakıllı yardım edemiyor. Devlet imkânları ölçüsünde yapabileceğini yapmaya gayret ediyor, ama bu sizleri kurtarmaya yetmez ki!

Öyleyse, sonuç olarak her şey mademki dijitalleşmeye doğru gidiyor, mademki her şey cep telefonlarına kadar indi. O zaman bizim çiftçimiz, bizim köylümüz de bu sektörü kendi lehine çevirmenin yollarını bulmalı artık. Yoksa işler aleyhte çalışmaya devam edip duracak. Ve birçok firmanın battığı, insanların işlerinden olduğu ve hayallerin yıkıldığı, daha kötüsü sevdiğimiz kişilerin bir bir toprağa verildiği,” 2020” yılındaki gibi her şey 2-0 olacak.

Hedeflerin tutturulduğu bir yıl olması dileklerimle.

Dr. Hakan KEÇECİ

Bingöl Üniversitesi Veteriner Fak. Ana B. Dalı Başk.