Rivayete göre; günün birinde bir helvacı dükkanında ustası yeni çırağına keten helva yapmasını söyler ve kısa bir süreliğine dükkandan gider. Sivri akıllı yeni çırak, ustasından daha akıllı olduğunu göstermek amacıyla hem ateşten hem de zamandan kazanmak için keten helva ile koz helvayı aynı yerde pişirmeye kalkar. Tabii ki farklı ısılarda yapılması gereken işi aynı yerde yapmaya kalkınca olanlar olur. Dükkana dönen usta ortalığın yangın yerine döndüğünü görünce “yandı gülüm keten helva” şeklinde feryadı basar. Bu söz zamanla tecrübesizlik, bilgisizlik, düşüncesizlik gibi nedenlerle kaçırılan fırsatların ardından bir başarısızlık olduğunda o güne kadar bütün kazanımların kolayca kaybedilebileceğini ifade etmek için kullanılmaya başlar.

Aslında bu hikâyenin ana konusu, liyakattir. İşi ehline vermezseniz, işe layık olanı görevlendirmezseniz işin sonun mutlaka yangın misali kayıp ve zarar olacağını göstermektedir. Bu hikâyede yer alan çırak ve usta ise; toplumda tasvip edilmeyen iki tipi insanı temsil etmektedir. Birincisi bir işi yapabilecek eğitim, bilgi, tecrübe, yetenek ve beceriye sahip olmadığı halde makam ve unvan hırsıyla sorumluluk almaya heveslenen KENDİNİ BİLMEZ kişilerdir. İkincisi ise bunlardan daha da kötüdür. Kendi çıkarlarını ve gücünü korumak adına küçük menfaat uğruna bu kendini bilmezlere görev verenlerdir. Genellikle bunlar arasında yalakalık- itaat çerçevesinde al gülüm ver gülüm şeklinde simbiyotik bir ilişki vardır. Bunlar küçük emelleri uğruna toplumu ve kendilerini ne kadar büyük felaketlere sürüklediklerinin ya farkında değildirler ya da bu günahını göze almaktadırlar.

Burada her bahsi geçen iki insan tipinin de vebali yüksektir. Dinimizde Sevgili Peygamberimiz bu durumu “Kıyamet” şeklinde bir felaket olarak değerlendirmektedir. Tabii bu uyarı inananlar için önemli ve kabul edilemeyecek kadar iğrenç bir durumdur. Yüce Allah’ın bile insana karşı işlenen suçları affetmediğini düşünürseniz, bu insanların ahirette akıbetleri bellidir.

Şimdi gelelim günümüze ve bizim hikayemize.

Son günlerde yaşadığımız sel ve orman yangınları felaketleri karşısında olağan olarak her kafadan bir ses çıkıyor. Örneğin THK uçakları üzerinden herkes bir şeyler söylüyor. Ama hiçbiri bu durumun 30 yıl önce alınan bilinçli hain kararlar sonrasında oluştuğunu bilmiyor. Zamanında THK’ya acımasızca saldıranlar, gelirlerini yok edenler şimdi görevini yapmasını bekliyor. Ben o zamanlar THK’daydım. Pilotluk eğitimi aldım, çeşitli birimlerinde çalıştım. Bırakın yangın söndürme uçağı satın almayı, kendi uçağımızı bile yapabilecek duruma gelmiştik. Nereden nereye düştük.

İşte bu örnekte olduğu gibi; hiç kimse işin aslını bilmeden, medyadan her duyduğu habere inanarak, uzman edasıyla yorum yapıyor. İşin enteresanı bir de bu yorumlar siyaseten gruplaşıyor. Kimi bu durumu iktidarı karalamak için fırsat olarak kullanırken, kimi de suçunu üstlenmeyen idarecileri siyaseten savunup eleştiri yapanları hainlikle suçluyor. Her iki tutumun da kimseye faydası olmadığı ortada. Siyasi görüşünüz ya da bakış acınız ne olursa olsun; ortada bir gerçek var. Uzun süredir koşarak gelen küresel bir felaket her geçen gün etkilerini arttırarak hissettiriyor. Her türlü felakete karşı günümüz teknolojisi ile önceden önlem alabilmek, kayıpları en aza indirebilmek mümkün. Tabii ki bunun için birinci derece de önemli olan şart bilgili kişilerin yani liyakatli insanların işin başında olması. Çünkü işi bilen liyakatli kişi, her türlü planlama ve programlamayı da yapar, hatta bu iş için gerekli parayı bile fazlasıyla bulur. Bugün kaybetme endişesi duyduğumuz mevcut kaynakları en iyi şekilde korur ve kullanır.

Örneğin bir bölgede yağışın son yüzyıllık verilere göre en fazla ne kadar olabileceği, bunun etkilerinin neler olacağı, suyun nereden aktığı ve akarken ne etki yapacağı bellidir. İleriye yönelik planlama yapılırken eldeki en yüksek değerler üzerinden en emniyetli hesaplamaları yapabilirsiniz. Dere yatağına yaptığınız bir yapı, ne yaparsanız yapın suyun muhteşem gücü karşısında mutlaka yok olacaktır. Doğaya aykırı yaptığınız her türlü yapılaşma ve çaba sonunda kaybedecektir.

Bir başka örnek; orman yangınlarıyla mücadeleden verilebilir. Bir bölgede mevcut ormandaki ağaç türünün yanıcılık özelliği, yıllara göre iklim durumunda en düşük nemli gün sayısı ve en yüksek sıcaklıklar bellidir. Buna göre o bölgenin topografyası da dikkate alınarak yangın risk durumu çok açık şekilde rahatlıkla tespit edilebilir. Bu riskin yüksekliğine göre; nereye, ne zaman, hangi yoldan, hangi ekiplerle ve hangi araçlar ile nasıl müdahale edileceği gün gibi aşikardır.

Bütün bu anlatılanları anlamak için yüksek zekaya sahip olmaya gerek yoktur. Ortalama bir zeka ile durumu herkes kavrayabilir. Bize düşen eylem planlarımızı gelişen teknoloji göre güncellemektir. Burada önemli olan yapılması gerekenlerden sorumlu olan kurum, kuruluş ve kişilerin görevlerini layıkıyla yerine getirebilmeleridir. Liyakat ile ilgili bu durumda yukarıda anlatılan rivayetteki gibi aksamalar olursa; gülüm keten helvalarımız hep yanıp kül olacaktır.

Elbette her toplumda kendini bilmez makam düşkünleri ve bu tiplere sorumluluk veren menfaatperestler her zaman olacaktır. Eğer toplumsal bir farkındalık olmazsa; bu tipler canımızı yakmaya devam edeceklerdir. Her ne kadar bu vebalin sorumluluğu idarecilerde olarak görülse de, esas sorumluluk aslında bizlerin üzerindedir. Keten helva yanmadan işi ehline vermenin tam zamanıdır.