Dr. Erhan Ekmen

Ziraat Yüksek Mühendisi

Nimeti yâd ettiğimiz bir Ramazan ayına daha ulaştık. Eğer bu sene de sağlığımız, gücümüz yerinde ise; nimeti verene olana minnet konusunda kendi çapımızda inançlarımızı yerine getireceğiz. Nimetin varlığı ile yokluğu, yokluğu çeken komşu varken tok yatmamayı, paylaşmayı, birlik olmayı ve birlikten güç oluşturmanın mutluluğunu yaşayacağız. Bunu hayatımızın her anına yaymanın sürekli ve sürdürülebilir bir huzuru tesis etmenin yollarını bulamaya çalışacağız.

Bu Ramazan ayına girerken daha önceki yıllardan görmeye alışık olduğumuz bir takım sıkıntıları az çok yine yaşıyoruz. Gıda üretimi konusunda Allah vergisi bu kadar büyük avantajlara sahip olmamıza rağmen akıl almayacak envaiçeşit sorunla karşılaşıyoruz. Örneğin Çoğu üründe bir yıl bolluk yaşarken ertesi yıl yokluk yaşıyoruz. Ülke aynı, toprak, iklim, tohum, çiftçi aynı olmasına rağmen böyle bir durumun oluşması sizce de anlamsız değil mi? Maalesef işin çok daha kötüsü de var. Dünya çapında tarımsal üretim sıralamasında hemen her türlü gıdanın üretiminde ilk 5-10 ülke arasında olmamıza rağmen, her geçen gün halkımızın önemli bir bölümü dengeli ve yeterli gıdaya ulaşımda daha fazla zorluk yaşıyor. Hatta halkımızı besleyecek gıdayı üretenler bile bırakın diğer ihtiyaç maddelerini gıdaya ulaşımda sıkıntı yaşıyor. Aslında durum gittikçe kötüleşiyor.

Lütfen medyada gündeme bakın. Hangi görüşten olursa olsun bütün kanallarda salgın hastalıktan daha fazla geçim sıkıntısı konuşuluyor. Hane halkı gelirleri arasında asgari ücretle geçinen vatandaş sayısı hızla artarken, bu gelir içinde gıdaya ayrılan pay da giderek artıyor. Bu durumun ne anlama geldiğini, önemini kısaca açıklayalım. Gıda fiyatları, toplam hane halkı içinde vazgeçilmez temel harcama kalemini oluşturur. Bu ihtiyaç karşılandıktan sonra sıra diğer ihtiyaçlar için harcama yapılmasına gelir. Refah düzeyi yüksek ülkelerde gıda, barınma, eğitim, sağlık, ulaşım gibi giderlerden sonra, giyim kuşam, tatil, eğlence ve hobiler için de insanlara para kalmakta bir de üzerine birikim yapabilecekleri imkanlar çıkmaktadır. İşin daha da kötüsü döviz kuru ve enflasyon nedeniyle sabit asgari ücrete bağlı gelirinizin satın alma gücü giderek azalırsa durum içinden çıkılmaz bir hal alır. Eğer toplam gelir içinde gıda için yapılan harcamalar büyük pay alıyorsa, o ülkede insanlar karın tokluğuna çalışıyor demektir. Bu durum 21. yüzyılda modern kölelik olarak nitelendirilmektedir.

Bu açıklamadan sonra ülkemizdeki duruma bakalım. Öncelikle ülke genelinde gelir durumuna göre değerlendirme yapalım. Örneğin en alt düzeyde maaş olan asgari ücret seviyesinde gelire sahip vatandaşlarımızın tahmini sayısı hesaplayalım. TUİK verilerine göre biliyoruz ki; 6 milyon işçi, 12 milyonu emekli, 5 milyon çiftçi asgari ücret düzeyinde maaşa sahipler. Yaklaşık 23 milyonluk bu toplama aynı gelire sahip memur, küçük esnaf ve bir de gelirsiz işsiz eklenirse; en iyimser tahminle 50 milyon gibi bir sayıya ulaşılabilir. Yani aylık geliri asgari ücret olan kişilerin sayısının 50 milyon kişi olduğunu aileleri ile birlikte bu sayının biraz daha artacağını iddia edebiliriz. Burada mühim olan konu; bu nüfusun toplam harcamalarında gıda için ayrılan payın ne kadar olduğudur. Asgari ücretin 2 bin 825 TL olduğu ve açlık sınırının 4 kişilik bir aile için yaklaşık 2 bin 700 TL olduğu düşünülürse; gelir içinde gıdaya ayrılan payın oranı rahatça hesaplanabilir.

Peki, tarımda Dünya çapında bunca varlığın içinde bu yokluğu nasıl oluyor da yaşıyoruz. Nerede hata yapıyoruz.

Bu sorunun cevabını ararken öncelikle bugüne kadar temcit pilavı gibi önümüze gelen sözde önerileri bir kenara bırakalım. Bozuk plak gibi tarla 5 kuruş, tezgahta 10 lira haberlerini dinlemekten artık bıktık. Çare olarak, piyasadaki aracıları suçlayıp devletten ceza kesmesini bekleyen saçma önerilerin konuşulmasından da bıktık. Çözümü, doğal olarak; asgari ücretli vatandaşların maaşlarını arttırmak ya da gıdaya yaptıkları yüksek harcamayı düşürmek için tarımsal üretimi arttırmak şeklinde düşünebilirsiniz. Gerçekten öneri doğru ama işin bir de üretimdeki ve piyasadaki zorluklar boyutu var. En başta çiftçide gün geçtikçe üretimde zorlanıyor. Girdi fiyatları artıyor, modern teknoloji zaten pahalı ulaşılamıyor. Pazarlamada aracı çok, tüketiciye kadar fiyatlar aşırı artıyor. Tüketicinin fiyatını düşürmek için en saçma yol seçiliyor ve çiftçinin fiyatından kesinti yapılıyor. Çiftçi verdiği emek ve harcadığı paraya karşılık alabildiği düşük fiyatlar nedeniyle geliri sürekli azalıyor. Üstelik tarımda inatla üretime devam eden bu çiftçiler hızla yaşlanıyor. Böyle giderse belki de 10 yıl içinde tarımımızı ülkemizdeki mültecilerin işçi olarak çalıştığı büyük yabancı sermayeli şirketlere bırakacağız. Cebinizde paranız olsa dahi gıda için bu şirketlerin insafına ve karlılık oranında menfaatlerine göre verdikleri kararların sonuçlarına kalabilirsiniz.

Tarımda gelişmiş ülkeler neler yapıyor, benzer sorunları nasıl çözüyor diye baktığımızda karşımıza tek bir cevap çıkıyor. Bütün politikaların temeli kooperatiflere dayanıyor. Liberal ekonomi uygulayan ülkeler, kendilerine gelince sosyo-liberal bir uygulamaya geçiyorlar ve işin odağına kamusal menfaat güden kooperatifleri koyuyorlar. Peki biz de kooperatifçilik konusunda be oluyor. Şu sıralar vergi muafiyeti, destekleme önceliği ve organikmiş gibi şirin görünme avantajlarını kullanabilmek amacıyla her köşe başına kooperatif açma modası doğdu. Böyle giderse yakın zamanda sözde kooperatiflerden bıkacağız. Korkarım bu tutum geçmişte olduğu gibi yine gerçek kooperatifçilik faaliyetlerine olan güveni sarsacak. İşte o zaman elimizdeki en büyük kozu boşa harcayıp, çok daha büyük bedeller ödeyeceğiz.

Bütün bunlardan sonra, iftar saati gelip çorbanızdan ilk yudumu aldığınızda bir kere daha düşünmelisiniz. Önünüzdeki nimeti üreten ve onu kapınıza kadar getiren kişiler, asgari yaşam standardının altında hayatlarını sürdürmek zorunda olan 50 milyondan çok daha fazla insan şu saatlerde ne yiyorlar. Ama şunu unutmayalım. İftar sofraları şükrün ve bereketin olduğu, umudun hiç bitmediği yerlerdir. Umut, sadece fakirin ekmeği değil, bütün inananların yoludur. Gelecek sayıda Bayram ile birlikte sizlere tarımda neler yapılabileceğini, nasıl makûs talih haline gelen sorunların çözülebileceğine değineceğim.

 Birlik ve beraberlik içinde gücümüzü arttırdığımız huzurlu ve bereketli bir Ramazan diliyorum.